98:(Ümeyyoğulları hakkında:)

Andolsun Allah'a ki Ümeyyeoğulları, Allah'ın hiçbir harâmını helâl saymadan, hiçbir dînî bağı çözmeden bırakmazlar bu işi. Taşla, kerpiçle yapılmış bir ev, ovaya kurulmuş bir çadır kalmaz ki zulümleri, oraya girmemiş olsun; hiçbir yurt bulunmaz ki onların cevrine karşı koysun da yıkılmadan dursun. Bir dereceye dek ki iki çeşit ağlayan belirir: Biri dînine ağlar, biri dünyâsına ağlar. Bir dereceye dek ki içinizden birisi, onların birinden, ancak kölenin, sâhibinden alabildiği kadar öç alabilir; onu gördü mü buyruğuna uyar; görmezse aleyhinde sözler söyler. Bir dereceye dek ki o fitne çağında en büyük derde uğrayanınız, Allah'a en güzel zanda bulunanınız olur. Allah sizi, o çağda derde uğratmazsa, düştüğünüz belâya dayanın, derde uğratırsa sabredin; "Çünkü son, Allah'tan çekinenlerindir." (7, A'râf, 128).
104:(Sıffin'den önce bir hutbeleri:)
Ondan sonra noksan sıfatlardan arı olan Allah, Allah'ın salatı O'na ve soyuna olsun, Muhammed'i gönderdi. Arap milletinde ne bir kitap okuyan vardı; ne peygamberlik dâvâsına kalkan, ne kendisine vahiy geldiğini söyleyen. Kendisine itâat edenlerle beraber, ona isyân edenlerle savaştı. Kendilerine ölüm çağı gelip çatmadan onları, kurtuluş yoluna sürdü. Kendisine bir hayır gelmeyecek olan, helâk olup gidenden başkaları, yolda kalırlar, hasrete düşerlerse, yorulur da yoldan kalırlarsa onların başlarında durdu; sonunda onları da varacakları yere aldı, götürdü; böylece de sonunda onlara kurtuluş yollarını gösterdi; lâyık oldukları yerlere yerleştirdi. Derken savaş değirmenleri dönmeye başladı; eğrilmiş mızraklar düzeldi. Andolsun Allah'a, o ordunun arındaydım ben, onları sürdüm, götürdüm, ilerlettim ben. Derken o toplum, sapıklığa sırt çevirdi; bir kısmı şehit oldu; öbürleriyse düzene girdi, hidâyet yoluna yöneldi. Ne zaafa düştüm; ne korktum, ürktüm. Ne hâinlik ettim; ne de yorulup kaldım.
Andolsun Allah'a, batılın böğrünü deşeceğim de oradan gerçeği çıkaracağım.
105:(Diğer bir hutbelerinden:)
Sonunda, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Muhammed'i ümmetine tanık olarak, müjdeleyici, korkutucu olarak gönderdi Allah. Çocukluğunda halkın en hayırlısıydı; olgunluk çağında en soylusu. Huy bakımından temizlerin de en temiziydi; hayırlılık bakımından cömertliği umulanların da en cömerdiydi.
Sizesye henüz dünyanın lezzetleri tatlı gelmemişti; onun memelerinden süt emmeye başlamamıştınız; ancak ondan sonra bu tadı aldınız, bu zevki buldunuz. Dünyâyı, yuları kimsenin elinde olmayan, o yana, bu yana sallanıp duran, palanı oynayan bir deve hâlinde elde ettiniz; ama onun, harâmı, bâzılarına dikensiz sedir ağaçları gibi geldi; helâliyse sanki hiç olmayan uzak bir şey gibi göründü. Andolsun Allah'a, onu, sayılı günlerin sonuna dek, kaba gölgelik bir yer gibi gördünüz. Yeryüzü, sizin için sâhipsizdi; ellerinizi uzattınız; ona sâhip olanların elleriyse çekilmişti; size bir zarar vermez olmuştu. Kılıçlarınız onlara musallatı; onların kılıçlarıysa size karşı kınlarına girmişti.
Ama bilin ki her kanın bir isteyicisi, bir öç alıcısı, her hakkın bir dileyicisi vardır. Bizim kanımızı isteyiş, öcümüzü alışsa, insanın kendi hakkında hüküm vermesine benzer; hâkime hâcet yoktur; tanığa da ihtiyaç olmaz; o kanı isteyen Allah'tır; onun dilediği, onu acze düşüremez; ondan kaçan da, onun kahrından kurtulamaz. Ey Ümeyyeoğulları, andolsun Allah'a, az bir zaman sonra bu devleti, başkalarının ellerinde görür, tanırsınız; düşmanlarınızı yurtlarınıza konmuş bulursunuz.
İyice bilin ki iyi gören göz, hayrı gören, işlerin düzenlenmesine bakan gözdür. İyice bilin ki en iyi işiten, en iyi duyan kulak, öğüdü işiten, onu duyup kabûl eden kulaktır.
Ey insanlar, ışığınızı, öğüt veren, öğüt tutan kişinin ışığından yakın; suyu bulanık olmayan arı-duru kaynaktan alın.
Allah kulları, kendi bilgisizliğinize güvenmeyin; isteklerinizin peşine düşmeyin. Böyle bir durağa gelip konaklayan, selden yıkılmak üzere olan bir uçurumun kıyısında konaklamış demektir. Helâk uçurumunun tam önündedir. Bir düşünceden bir düşünceye saparak yerden yere yeler durur. Yapılması gerekmeyen şeye yapışır; yakınlaşmaması gereken şeyi yakınlaştırır.
Allah için olsun, Allah için, sizden derdi, elemi gidermeyecek kişiye, size gerekli olanı, kendi dileğiyle kırıp döken kişiye şikâyette bulunmayın.
İmâma vâcip olan, Rabbinin buyruğunu bildirmektir: Onlar da, buyruğu altındakilere öğüt vermek, bu hususta çalışıp çabalamak, Peygamberin sünnetini yürütmek, suçluların cezalarını vermek, müstahak olanlara haklarını üleştirmektir.
Bilgi elde etmeye çalışın, çimeni solmadan, ehli hayattayken, dünyadan gitmeden. Kötüleri kötülükten men edin; siz de kötülükte bulunmayın; çünkü siz, kötüleri kötülükten nehyetmeye memursunuz. Fakat kendiniz de kötülük etmemek şartıyla.
106:(Sıffîn'den önce bir hutbelerinden:)
Hamdolsun Allah'a ki İslâm dinini koydu; ona uyanlara o dîni kolaylaştırdı; karşı durmak isteyenlere rağmen İslâm'ın esaslarını üstün etti. Ona yapışana, o dîni eminlik, kabûl edene esenlik, hükümlerini söyleyenlere delil ve buhran, onunla pençeleşmeye kalkışanlara tanık, onunla nurlanmak isteyenlere ışık kıldı. İslâm'ı, akıl edenlere anlayış, onunla düşünüp tedbîre kalkışanlara biliş, doğru yolun alâmetini arayanlara alâmet ve nişan, işe girişmek isteyenlere can gözü ve beyan, öğüt almak isteyenlere ibret, gerçekleyenlere kurtuluş ve kudret, Tanrı'ya dayananlara güvenç, işini ona ısmarlayanlara rahat, huzur ve îman, sabredenlere kalkan kıldı. İslâm, bir dindir ki tutulacak yolları apaydındır; gidilecek belleri apaçıktır. Delilleri yücedir, herkes görür, ana yoları ışıklıdır, herkes bilir; ışıkları aydınlatıcıdır, herkes nurlanır. Dolaşılacak meydanı geniştir, büyüktür. Varılacak yeri yücedir; orada koşuya girişenleri kavrar, içine alır; ödülü özenilecek değerli ödüldür; koşuya girenleriyse yüce atlılardır; Apaydın yolu gerçeklemektir; yolunun nişanları iyi işler işlemektir; varılacak yeri, kötülükten ölmektir; imtihan ve müsabaka yeri dünyadır; koşuya girişenlerin toplantı yeri kıyâmettir; kazanılan ödülse cennettir.
(Bu hutbede Hazreti Peygamber'i, Sallallahu aleyhi ve âlihi anlatırken buyurdular ki:)
Hidâyete eriş ateşini yalımlandırdı dileyenlere; nişâneleri aydınlattı, gösterdi şaşırıp kalanlara. İlâhî emniyete ulaşmış eminindir; buyruklarını bildirir. Cezâ gününde tanığındır; ümmetine tanıklıkta bulunur. Müminlere nimet olarak gönderdiğin nimettir; gerçek üzere yolladığın şerîat sahibi Peygamberdir; âlemlere rahmettir.[48] Allah'ım, adlinden onun nasîbini ona ikrâm et, fazlından ona fazlasıyla hayırlar ver, in'âm et. Allah'ım, onun kurduğu yapıyı, yapı yapanların yapılarından daha yüce kıl; katından ona rahmetler ver; indinde menzilini, derecesini yücelt; cennette ona yüce dereceler, üstünlükler ver. Bizi de hor-hakir etmeyerek, nedâmete düşürmeyerek, doğru yoldan ayrılmamış olarak, ahdinden döndürmeyerek, sapıklığa düşmeden, kimseyi saptırmadan, fitnelere düşürmeden ona uyanlarla haşret.
(Seyyid Radi der ki: Bu hutbe, bu tarzda da rivâyet edildiği için tekrar aldık.)
(Aynı hutbede ashabına buyururlar ki:)
Allah size lütuflarda bulundu, yüceltti sizi, öyle bir yüceliğe erdiniz ki halayıklarınız bile yüce tanındı; komşularınız bile size karışmayı, sizden olmayı dilemeye koyuldu. Onlara, soy-boy bakımından bir yüceliğiniz olmadığı, onlara karşı bir lütufta bulunmadığınız hâlde sizi yüce tanımaktalar. Onlara karşı bir kudretiniz, onlara buyruk yürütmeye bir yetkiniz olmadığı halde sizden korkuyorlar. Ama siz Allah'ın ahitlerinin bozulduğunu görüyor-sunuz da kızmıyorsunuz; fakat babalarınızın ahitlerinin bozulmasından öfkeleniyorsunuz.
Allah'ın emirleri size arzedilirdi; sizin vâsıtanızla icra olunurdu; size mürâcaat kılınırdı. Yerlerinize zâlimleri geçirdiniz; iplerinizi onların ellerine verdiniz: Allah'ın buyruklarını onların ellerine teslîm ettiniz; onlarsa şüphelerle amel etmedeler; şehvetlerine uyup gitmedeler. Allah'a andolsun ki bunlar, sizi dağıtırlarsa, onlardan kurtulmak için her biriniz bir yıldız altına dağılsanız bile gene de Allah sizi, onların uğrayacakları günden daha beter bir günde toplayacaktır elbet.