(Basra, Ehvaz, Fars ve Kirman illerinin âmili İbn-i Abbâs'ın memûru olan Ziyâd b. Ebih'e mektupları:)

Allah'a gerçek olarak yemin ederim ki, Müslümanların ganimetlerine, haraçlarına ait olan maldan, paradan, az, yahut çok bir şeyde hıyânetin bildirisine bana, sana karşı öyle şiddetli davranır, seni öyle bir sıkıştırırım ki azıcık bir mal bile senden yiter gider; o ehemmiyetsiz şey bile ağır gelir sana, sırtını çökertir senin.[19]
(Muâviye, Ziyâd b. Ebih'i kendisine kardeş ilân etmek niyetine düştüğü zaman Ziyâd'a gönderdikleri mektup:)
Duydum ki, Muâviye aklını çelmek, kılıcını gedmek için sana mektup yazmış. Sakın ondan; o, Şeytanın ta kendisidir; adamın önünden, ardından, sağından, solundan gelir; onu gafil avlamak, habersizce kapmak ister. Ebû-Süfyan, Hattâboğlu Ömer'in zamanında nefsine uymuş, Şeytana kapılmış, bir sözdür, söylemişti; onunla soy sâbit olmaz, mirâsa da hak kazanılmaz. Böyle bir sözle kendisini bir soya mensup sayan, deveye asılmış matraya döner; boyuna sallanır durur.[20]
[1] - Kendilerine biat edildikten sonra Muâviye'ye gönderdiği bu mektubu Vâkıdî, "Kitâb'ül-Cemel"de kaydeder.
[2] - Ubeyde, Abdül-Muttalib oğlu Hâris'in oğludur. Rasûl'i Ekrem (s.a.a) Ubeyde'yi çok severlerdi. Ubeyde, iki oğluyla Medine'ye hicret etmiş, İslâm'ın müşriklerle ilk harbi olan Bedir'de, İslâm'ın sancağı kendisine verilmişti; bu savaşta yaralandı; Medine'ye dönerken vefât etti. Yaşı altmış üçtü (Tenkıyh, 2, s.242).
Hamza, Abdül-Muttalib'in oğlu ve Hazreti Rasûl-i Ekrem'in amcaları, aynı zamanda süt kardeşleridir. Rasûl-i Ekrem'den (s.a.a) iki yıl önce doğmuşlardır. Rasûlullah'ın dâvete başladıklarından iki yıl sonra Müslüman olmuşlar, Medine'ye hicretten sonra Bedir savaşında bulunmuşlar, Uhud'da Vahşî tarafından şehit edilmişlerdir. Muâviye'nin anası Hind'in, Hz. Hamza'nın karnını yarıp ciğerini çıkararak dişlediği meşhurdur (Tenkıyh 1, r. 375-376).
Ca'fer, Hazreti Peygamber'in (s.a.a) amcaları Ebû-Tâlib'in oğludur. Rasûl-i Ekrem'e (s.a.a) pek benzerlerdi. Ali (a.s)den sonra İslâm'la müşerref oldu; ondan on yıl önce doğmuşlardı. Mu'te savaşında iki kolu kesildikten sonra şehit oldular; "Ca'fer'e Allah, iki kolu yerine iki kanat verdi" hadisine istinaden "Tayyâr" lâkabıyla anıldılar (Tenkıyh, 1, s.212).
[3] - Muâviye'nin atasından maksat, anası Hind'in babası Utbe'dir; dayısı, Utbe oğlu Velid'dir; kardeşi de Hanzala'dır. Üçü de Emir'ül-Mü'minin (a.s) tarafından Bedir'de katledil-miştir.
[4] - Ümeyye, Abdimenaf oğlu Abdu Şems'in oğludur; Hâşim, Hz. Peygamber-i Ekrem'in (s.a.a) üçüncü atalarıdır ve Abdu Şems'le ikiz kardeştirler. Rivâyete göre bu ikiz çocuklar, birinin parmağı öbürünün alnına yapışık olarak doğmuşlar, kesilerek birbirlerinden ayrılmışlar, bu da hayra yorulmamıştır. "Half'ül-Fuzûl-Fazlların yemini" denen ve Hz. Peygamber'in de, on beş yaşlarındayken bulundukları, mazlûmları koruma yemininde Ümeyyeoğulları bulunmadığı gibi bu andlaşma, bir yandan da Amr'ın babası sayılan Âs'ın aleyhindeydi. Ümeyye, daha çocukken hacıların mallarını çalardı; bu yüzden de "Hâris" diye anılırdı; yüzü çirkin, beli bükülmüş, kör olmuştu; sokağa çıktıkça kölesi Zevkan onu yederdi. Harb, Ümeyye'nin oğludur; onun oğlu da Ebü-Süfyan'dır; adı Sahr'dı. Sahr, kayalık, tümsekli, gidilmesi güç yer anlamınadır; onun oğlu da Muâviye'dir; Muâviye, erkeğe kızmış kancık köpek anlamına gelir. Eşyâ-ı Murtazaviyye'den Şerik b. A'ver, bir gün Muâviye'nin yanına gitmiş, Muâviye onun salâbetine hiddetlenip tariz yollu, sen Şerik'sin, Allah'ın şeriki yoktur, A'versin, yâni bir gözün kör, gözü olan körden hayırlıdır; ahlâkın kötü, iyi huylu kişi, kötü huyludan üstündür deyince Şerik, Sen Muâviye'sin, bu adın anlamı üren köpektir; Harb oğlusun, sulh harpten yeğdir. Sahr oğlusun, düzlük, sarp yerden hayırlıdır. Ümeyye, yâni câriyecik soyundansın; hür kadın halayıktan üstündür demiştir.
[5] - Mekke fethinde bağışlananlara "Tulakaa-Azad edilenler"denmiştir ki bunlar, Muhacir olmadıkları gibi Ansardan da değildirler (Ümeyyeoğulları hakkında "Fetret'ül-İslâm"ın 6-19. sayfalarına, Ebu-Süfyan hakkında "Seffinet'ül-Bıhâr"a bakınız; 1, s.633-634).
[6] - Cenazesinde yetmiş tekbir getirilen, Seyyid'üş-Şühedâ Hamza'dır (a.s). Peygamber (s.a.a), Uhud'da şehit olanların cenazelerini kılarlarken Hamza'nın cesedini kaldır-tmamış, bu sûretle ona yetmiş tekbir getirmiş oldular. Elleri kesilen ve cennette iki kanatla uçan da Ca'fer-i Tayyâr'dır (a.s).
[7] - Hazreti Emir'ül-Mü'minin ve Ehlibeyt (a.s) hakkın-daki âyet ve hadisleri yazsak, ayrı ve mufassal bir kitap olur. Biz, burada bir kaç hadis zikretmekle yetineceğiz: "Bu kapıdan ilk giren, muttakilerin imâmı, Müslümanların seyyidi, dinin istediği, vasilerin sonuncusu, yüzü nurla parıl-parıl parlayanları cennete götüren kişidir" buyurmuşlar, kapıdan Ali (a.s) girmiştir (Ebu-Nuaym'in "Hilye"sinden ve İbn-i Ebi'l-Hadid'in Nehc'ül-Belâga Şerhi'nden naklen "El-Murâcaât, 6. basım, Necef-1383 H. 1963, s. 187). Hazreti Ali'ye işaretle, "Bu, bana ilk inanan, kıyâmet günü benimle ilk müsâfaha edecek olan kişidir; bu Sıddıyk-ı Ekber'dir; bu, şu ümmetin hakla batılı ayıran Fâruk'udur; bu, müminlerin istediği, özlediği kişidir buyurmuşlardır." (aynı, Tabarâni'den, El-Kâmil ve Kenz'ül-Ummâl'den naklen; aynı sahife) "Ben, Rabbimin katında ne menzildeysem Ali de benim katımda aynı menzildedir." "Sayâık" dan naklen, s.189) "Bana itâat eden Allah'a itâat eder; bana isyân eden Allah'a isyân eder; Ali'ye itâat eden bana itâat etmiştir; Ali'ye isyân eden bana isyân etmiştir; Yâ Ali, sen dünyâda da seyitsin, âhirette de; senin sevdiğin, benim sevdiğimdir; benim sevdiğim de Allah'ın sevdiği kişidir; senin düşmanın, benim düşmanımdır; benim düşmanım da Allah düşmanıdır; vay benden sonra sana buğzedene." (Hâkim'in "Müstedrek"inden naklen, s. 190-191) "Kim azminde Nûh'a, ilminde Âdeme, hilminde İbrâhim'e, anlayışında Musâ'ya, zühdünde İsâ'ya bakmak, onlardaki bu sıfatları görmek isterse Ebû-Taliboğlu Ali'ye baksın, onu görsün." (Beyhaki ve Ahmed b. Hanbel'in "Müsned"indn naklen, s.194) "Yâ Ammâr, Ali'yi bir yolu tutmuş, insanları başka bir yolu tutmuş görürsen Ali'nin tuttuğu yolu tut, o yola git; halkı bırak, çünkü Ali kesin olarak seni kötülüğe götürmez; kesin olarak hidâyet yolundan çıkarmaz." (Deylemî ve Kenz'ül-Ummâl'den naklen, s.193)
[8] - Yalanlayandan maksat Ebû Cehl, yahut Ebu-Süfyan'dır. Allah'ın Arslanı, Hamza'dır (a.s), ahdini bozanların arslanı, Esed b. Abd'ül-Uzzâ'dır. Abdimenaf, Zühre, Esed, Teym, Hârisoğulları'yle ahitleşip Kusay oğullarıyla savaşa karar verdiler; bu yüzden onlara "Ahlâf"dendi. Abdü'd-Dâroğulları'nın elinde olan Kâbe hizmetlerini elde etmek üzere ahitleştikleri de söylenmiştir. Sonradan bunlar, ahitlerinden döndüler. Ahdini bozanların arslanı, Muâviye'nin ana tarafından atası Utbe b. Rabîa'dır diyenler de olmuştur (Kavzini s. 109). Ahdini bozanların arslanından maksat, Ebû-Süfyan'dır diyenler de vardır; çünkü Handak gazvesinde boyları o toplamış, bu boylar da Hz. Resûl-i Ekrem'le (s.a.a) savaşa ahitleşmişlerdi (Muhammed Abduh, c.3 s.32, not:4). Cennet gençlerinin uluları İmâm Hasan ve İmâm Huseyn'dir (a.s); nitekim buna dâir olan hadisleri Tirmizi, İbn-i Mâce, Müstedrek, Hilyet'ül-Evliyâ, Târih-u Bağdad, El-İsâbe, Kenz'ül-Ummâl, Neseî, Mecma'uz Zevâid, Zahâir'ul-Ukbâ tahriç etmiştir (Fadâil'ul-Hamse, 3, s.212-218). Cehennem ehlinin çocuklarından maksatsa Mervan'ın evlâdıdır (Muhammed Abduh, c.3, s.32; 4. not).kadınların hayırlısı, Hazreti Fâtımat'üt-Zehrâ selamullâhi aleyhâ'dır. Buhârî, Ahmet b. Hanbel, İbn-i Sa'd'in Tabakaat'ı, Nesei'nin Hasâis'i, Tirmizi'nin Sünen'i, Müstedrek, Hilyet'ül-Evleyâ, Kenz'ül-Ummal, Zahâir, İstîâb v.s. hadis kitaplarıyla tefsirlerde, bu hususta hadisler mevcuttur (Fadâil'ül-Hamse, 3, s.137-146). Odun hammallığı yapan kadınsa Harb'in kızı, Muâviye'nin halası, Ebû-Leheb'in karısı Ümmücemîl'dir; Kur'ân-ı Mecid'in 111. sûresinin (Tebbet) 4. âyet-i kerîmesinde "Hemmâlet'el-Hatab" diye anılmıştır.
[9] - Bu hususta 1. kısmın beşinci bölümündeki 3. ve 7. hutbelere ve notlara bakınız.
[10] - Bu mısra, Ebû-Zü'eyb'indir. Beytin ilk mısrası, "Benim onu sevdiğimi kınamakta kötü sözlüler" meâlindedir (Muhammed Abduh, s.33, 2. not; Kazvini, 3, s. 112). Ebu-Zü'eyb'in adı Hüveyld'dir, babası Hâlid adlı birisidir. Hz. Peygamber'in (s.a.a) zaman-ı saâdetine yetişmiştir. Hicretin yirmi sekizinci yılında Mısır'da vefat etmiştir (İbn-i Kuteybe: Eş-Şi'ru ve'ş-Şuârâ; Ahmed Muhammed Şâkir basımı, 2. Kahire-1387 H. 1967; Şâir hakkındaki bibliyografya için Dr. Nihat M. Çetin'in doktora tezi olan "Kitab'ül-Müzekkeri ve'l-Müennes"e bk.)
[11] - Birinci kısmın 5. bölümündeki 12. ve 15. hutbelere bakınız. Osman, evi kuşatılınca Muâviye'ye mektup gönderip imdat istemiş, fakat Muâviye mektubu okuyunca, Osman önce adalete riâyet ederken sonra huyunu değiştirdi; işler de alt-üst oldu; halk kırıldı. Allah'ın ondan giderdiği nimeti ben nasıl ona iâde edebilirim demiş, yardımda bulunmamıştı (Şeyh Zebih'ullâh-ı Mahallâtî: Kitâb-u Keşf'ül-Bünyân der Zindegânî-i Cenâb-ı Osmân ibn-i Affân; Tehran-1382, H. s. 415-416).
[12] - Bir beytin ilk mısrasıdır; ilk mısranın meâli, "Ne kadar öğüt verdim, öğüt vererek ardına düştüm"dür (Kazvînî, 3 s.115).
[13] - Bu mısra, Hamel b. Medr'indir. Cahiliyye devrinde develerini yağmalayıp götürdükleri vakit, "Ecel gelince ölüm, ne de güzel şeydir; hele biraz dayan, savaş safı kurulacak, Hamel saldıracak; ama ölüm gelip çattı mı, ölümde de bir beis yok" meâlinde üç mısra'lık, bir ürcûzeyle Mâlik b. Züheyr'i korkutmak istemiş, sonra da onun boyuna saldırıp Mâlik'i öldürmüştü. Mâlik'in kardeşi Kays de sonradan onu ve kardeşi Huzeyfe'yi öldürerek öç almıştı. Bu mısra savaşla tehdit bâbında atasözü olmuş, söylenegelmiştir (Muhammed Abduh, s.35, 3. not; Kazvini, 3, s.116).
[14] - "Muhâcirlerle Ansârdan ilk olarak iman etmede ileri dereceyi alanlarla iyilikte onlara uyanlara gelince: Allah onlardan razı olmuştur; onlar da ondan razı olmuşlardır ve onlara, kıyılarında ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır; orda ebedi kalırlar onlar. Budur en büyük kurtuluş ve saâdet." (9, Tevbe, 100)
[15] - Bahrânî nüshasında, "Baban tutsak olduğu gün hicret bitti" tarzındadır. Ebû-Süfyan, Bedir savaşında karısı Hind'in babası Utbe, amcası Şeybe, kardeşi Velid ve Bekr maktûl düştükten sonra hicretin üçüncü yılında bunların öcünü almak ve nûr-ı İslâm'ı söndürmek emel-i fâsidiyle Uhud savaşına sebep olmuş, ondan sonra da Hendek savaşını hazırlamıştı. Mekke fethi için hazırlanan ordunun azametini duyunca Medine-i Münevvere'ye gelmiş, yolda Hazreti Abbâs'ın amânını sağlamış, bu yüzden Ömer'in kılıcından kurtulmuş, can korkusundan Müslüman olmuştu. Mekke-i Mükerreme'nin fethinden sonra orası, dâr-i harp olmaktan çıkmış, dâr-ı İslâm olmuş ve "Mekke fethinden sonra hicret yoktur" hadisi mucibince hicret bitmiştir (Câmi, 2, s.196). Böyle olduğu halde Muâviye, yanındakileri, hattâ kendisini bile muhâcirlerden göstermek gayretini güdüyordu.
[16] - Bu beytin, Esedoğulları'ndan bir şâire âidiyeti anlaşılmaktadır.
[17] - Atası, ana tarafından Muâviye'nin atası olan Utbe, dayısı Velid b. Utbe, kardeşi de Hanzala'dır ki üçü de Bedir'de Emir'ül-Müminin (a.s) tarafından dâr-ı azâba gönderilmiştir.
[18] - Amr b. Âs, Hicretin sekizinci yılında Hâlid b. Velid ve Abd'üd-dâr oğullarından Osman b. Talha'yla Müslüman oldu. Hz. Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a), oğulları Abdullah'ın vefatından sonra Âs, Hz. Peygamber (s.a.a) geçerlerken "ebter geçiyor" demişti. Ebter, soyu kesilmiş, hayırsız kişi anlamına geldiği gibi söylenmekte teeddüb ettiğimiz başka bir anlamı da vardır. Bu münâsebetle "Kevser suresi" (108) nâzil olmuş, Hazreti Peygamber'in (s.a.a) soyunun kesilmeyeceği, kendilerine hadsiz, hesapsız hayır ve bereket, sonsuz, sayıya sığmaz ümmet, çok sahâbe, şefaat ve cennette "Kevser" denen nehir veya havuzun verildiği, asıl soyu kesilenin, Hazreti Peygamber'e buğzeden Vâil olduğu beyan buyrulmuştur; bâzılarına göreyse bu sûrede kastedilen kişi, Amr'dır (Tabrasi: Mecma'ül-Beyan, 10, 1379, s.550-584; Et'Tecrid, 2, Kitâbu Tefsir'il-Kur'an, s.120; A. Gölpınarlı: Kur'an-ı Kerim ve Meâli; İst. Remzi K. 1377 H. 1958, c. 2, Açılama, s.128). Amr, Kuzâa boyuna gönderilen orduya kumandan tayin edilmiş, Umân'a âmil olmuş, Hz. Peygamber'in (s.a.a) ebediyete intikâllerine kadar orada kalmıştı. Ebubekir zamanında Şam ve Filistin'le Kudus'ü, Mısır'ı ve Raka'yla Trablus'u teshir etti. Ömer'in halifeliği zamânında, Mısır'da pek çok arâziye sâhip olmuşken Ömer, bütün arâzisini, malını mülkünü zaptedip beytülmâle verdi. Osman'ın zamanında Mısır'dan azledildi; Filistin'e çekildi; işin sonunu düşünerek hiçbir harekete karışmadı. Cemel savaşından sonra oğulları Abdullah ve Muhammed'i de alarak Şam'a, Muâviye'ye, Osman'ın kanından Ali'nin sorumlu olduğunu yaymasını, Sıffin'de, Kur'ân'ın hakem yapılmasını telkin eden Amr'dır. Hicretin otuz dördüncü yılı şevvalinin ilk günü ölmüştür; ölümünde yetmiş yaşındaydı (Tekıyh, 2, s.333; El-Beyanu ve't-Tebyin, Üsd'ül-Gaabe, İstiâb, Târih'ul-Hamis, El-Kâmil, Mürûc-üz Zeheb, İkd'ül-Ferid, Nakd'üt-Tevârih, Ravzat'ül - Ebrâr, Câmi'ul - Hikâyât, Kitâb'ül - Fahri ve Mesâhir'ün-Nisâ'dan naklen Fetret'ül-İslâm; s.73-78 1. kısmın 5. bölümündeki 64. hutbenin notlarına da bk.)
[19] - Ziyâd, Ebû-Süfyân'ın, Tâif'te buluştuğu Sümeyye adlı eli bayraklı bir kadının oğludur; fetih yılında, yahut hicret senesinde, bir rivâyette de Bedir savaşı günü doğmuştu; babası şer'an meçhûl olduğundan babasının oğlu anlamına "Ziyâd b. Ebih" diye anılırdı. Sohbet ve rü'yeti yoktur. Ömer zamânında Basra emvâlinin cibâyeti hizmetinde ve Ebû-Mûsâ'l-Aş'arî'nin vekâletinde bulunmuştu. Hazreti Emir (a.s), onu Basra âmili tayin buyurmuşlardı. İmâm Hasan aleyhisse-lâm'ın hilâfetinden sonra Muâviye'ye tâbi oldu ve Muâviye, "Çocuk, yatağındır; zinâ edeneyse taş var", yâni çocuk, şer'an evli olan babasının oğludur; zinâ ile neseb sahih olamaz meâlindeki hadis-i şerife (Câmi, 2. s.186) ve şeriat-i Muhammediyye'ye muhâlefetle Ebû-Meryem adlı birisinin şehâdetiyle onu kendisine kardeş ilân etmiş, bu hususta ashab-ı kirâmın, hattâ Ümm'ül-Mü'minin Âişe'nin itirazlarına kulak bile asmamıştı. Ziyâd, sonradan Eşyâ-ı Murtazaviyye hakkında pek şiddetli davranmış, binlerce Müslüman'ın kanına girmiştir. Oğlu Ubeydullah'sa, İmâm Huseyn aleyhis-selâma karşı Yezid'in emirlerini yerine getirmiş, babasının oğlu olduğunu hakkıyla ispât eylemiştir.
[20] - Allah razı olsun, Seyyid diyor ki: Ziyâd bu mektubu okuduktan sonra, Kabe Rabbine andolsun ki böyledir dedi; fakat bu, hatırında olmakla beraber Muâviye kendisini çağırınca da ona uydu.
Ömer'in zamanında Ziyâd, bir mecliste pek güzel sözler söylemiş, Amr b. Âs, Allah için demişti, bu kişi Kureyş'ten olsaydı Arabı sopasıyla dilediği yere sürerdi. Bu söz üzerine Ebû-Süfyan, vAllahi Kureyş'tendir o; tanısaydın onu, senin ehlinden de daha üstündür demiş, Amr, babası kim diye sorunca da, onu anasının rahmine ben attım sözünü söylemişti. Amr, peki, neden soyuna almıyorsun deyince de Ömer'i işaret ederek, şurada oturan büyük kişiden korkuyorum; benim postumu yüzer demişti ve bu sözler, halkın arasında yayılmıştı.
Muâviye, Ziyâd'a, Ziyâd Fars eyâleti âmiliyken, "Nice kişiler vardır ki soyundan kesilir de düşmana tâbi olur; sen de bunlardansın; sanki benim kardeşim değilsin; oysa ki biz, bir babadan olmuşuz. Ben Osman'ın kanını almak istiyorum, sense bana karşı duruyorsun. Sana bu gevşeklik, anandan geçmiş. Ben sana lütfetmek, yaptığını bağışlamak, bu hususta sevâba ermek istiyorum. Sen onlar için ne kadar savaşırsan savaş, onlardan ancak uzaklaşırsın; çünkü Abdu-şemsoğulları, Hâşimoğulları'nın katında düşman sayılırlar. Sen kendi soyuna, boyuna gel, katıl; başka kuşun kanadıyla uçmaya çalışan kuşa dönme; inadı bırak, yok, eğer sözüme inanmıyorsan, bu işten vazgeç, ne bana ziyan ver, ne de dostlarına" meâlinde bir mektup göndermişti. Hazreti Emir (a.s) bunu duyunca Ziyâd'a yukarıdaki mektubu yollamış-lardı.