(Burada, 2. bölümdeki 4. beyanattan sonra buyur-muşlardır ki)

Sanan, sanır ki dünya, Ümeyye oğullarından ayrılmaz; hayrını, bereketini onlara sunar; arı-duru suyunu onlara verir; bu ümmetten onların ne sopası kalkar, ne kılıcı. Böyle sanan, böyle diyen, yalan bir zanna düşer, yalan söyler. Bu, ancak bir tadımlık baldır ki onlar tadarlar; sonra onu yutamazlar da birden ağızlarından düşer-gider.
88:Bundan sonra gerçekten de, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, zamanede cebir ve zulümde bulunanları, bir müddet onlara mühlet vermeden, bir zaman onlara esenlik göstermeden hiç bir vakit kırıp geçirmemiştir; ümmetlerden hiç birinin kırılmış kemiğini, onlara bir darlık ve sıkıntı çektirmeden, onları belâya düşürmeden onarmamıştır. Bir hoşluğa, esenliğe yüz çevirdiniz mi, bir ağır ve sıkıntılı şeye ardınızı döndürdünüz mü, ibret almanız gerek.
Her gönül sâhibi akıllı değildir; her kulağı olan duyup işitmez; her bakan görmez. Ne de şaşılacak şey. Şu bölük-bölük halkın, dinlerinde delil saydıkları şeylerin birbirine aykırı oluşuna, Peygamber'in izini izlemeyişlerine, Vasî'sinin yaptığına uymayışlarına, gaybe inanmayışlarına, ayıptan arınmayışlarına nasıl şaşmam ben? Şüpheli şeyleri yaparlar; şehvetlerde koşarlar; iyi ve hayır işler, onlarca kendi bildikleri işlerdir; kötü ve yapılmayacak şeyler de inkâr ettikleri şeylerdir. Güç ve ağır işlerde kaçıp sığındıkları kendileridir, örtülü ve anlaşılmaz şeylerde dayançları, kendi reyleridir. Sanki onların her biri, kendisinin imâmıdır da kendince sağlam gördüğü şeylere yapışmıştır; yanılmaz sebeplere el atmıştır.
103:Dünyaya zâhitlerin, ondan yüz çevirenlerin gözleriyle bakın; çünkü andolsun Allah'a ki dünya, pek az bir zamanda, kendisinde yurt tutanları yok eder gider; ondan emin olarak nimetlenenleri elemlere gark eder. Dünyadan göçen bir daha geri gelmez; ondan beklenen nedir; sevinç mi, keder mi, bilinmez. Sevinci hüzünlerle karılmıştır; erlerin takatleri, buna dayanmada arıklaşmış, zayıflamıştır. Size hoş gelen şeyler sizi aldatmasın; bu aldatış, elde edeceğiniz iyilikleri azaltmasın.
Allah rahmet etsin o kişiye ki düşünür de ibret alır; ibret alır da can gözü açılır. Dünyadaki şeyler, az bir zamanda yok olur-gider; âhirete ait şeylerse sürer de sürer. Sayıya sığan her şey son bulur; beklenen her şey gelip çatar, her gelen şey de yakındır, çok sürmez, gelir.
(Bu hutbeden):
Bilgin o kişidir ki kadrini, mertebesini bilir; kadrini, mertebesini bilmeyen kişiye bu bilgisizlik yeter. Allah'ın en hoşlanmadığı kişi, kendi başına buyruk kuldur; o kişi doğru yoldan sapar, kılavuzsuz yola girer; yürür gider. Dünyada ekip biçmeye çağrılsa işe koyulur; âhiret için ekip biçmeye çağrılsa tembellik eder, yorulur. Sanki yaptığı iş gerektir ona da tembel davrandığı gerekmez ona.
(Aynı hutbeden):
Bir zamandır o zaman ki adsız-sansız müminden başkası kurtulamaz o zamanın derdinden; bir mecliste bulunsa kimse onu tanımaz; bulunmasa kimse onu sormaz. İşte onlardır doğru yolun ışıkları; karanlık yollarda, şüpheli bellerde hidâyet alâmetleri. Halk içinde fazla söz söyleyip bozgunculuk peşinde gezmezler; kulların ayıplarını ifşa etmezler. Allah'ın, kendilerine rahmet kapılarını açtığı kullardır onlar; kötülüğü giderdiği, gazabını üstlerinden kaldırdığı kişilerdir onlar.
Ey insanlar, size içi dolu bir kabın baş aşağı edildiği gibi İslâm'ın da baş aşağı edileceği zaman, gelip çatacaktır. Ey insanlar, gerçekten de Allah, size cevretmez; bundan korumuştur sizi; ama sizi sınamaktan da vazgeçmez; O ulular ulusu, "Bunda elbette deliller var; biz kulları sınarız elbette" buyurur (Mü'minûn, 30).
* * *
110:Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'a yönelenlerin yapıştıkları en büyük vesile, ona ve Rasûlüne inanmak, yolunda savaşmaktır. Savaş, İslâm'ın en yüce rüknüdür. Aynı zamanda Allah'ın birliğini ikrar etmek de bu vesîlelerdendir; çünkü bu ikrar, yaratılışa uymaktır. Ve namaz kılmaktır, çünkü bu dînin esâsıdır. Ve zekât vermektir; çünkü bu, gerekli bir farzdır. Ve Ramazan ayının orucunu tutmaktır; bu da azaptan bir kalkandır. Ve Kâbe'yi ziyaret etmektir, hacdır, umredir; bunlar da yoksulluğu giderir, günahları yıkar, arıtır. Ve akrabâdan kesilmemek, onları görüp gözetmektir. Bu malın, ahvalin genişlemesine, ecelin gecikmesine sebeptir. Ve gizli sadaka vermektir ki bu suçları bağışlatır. Ve açıkça sadaka vermektir; bu da kötü ölümleri defeder; iyi işlerde bulunmaktır; buysa kötülüklere, kötü çağlara düşmekten korur insanı.
Toplu olarak Allah'ı anın, bu anışların en güzelidir; çekinenlere vaad ettiği şeylere yönelin; çünkü onun vaadi, vaadlerin en gerçeğidir. Peygamberinizin gösterdiği doğru yolda yürüyün; çünkü o doğruluk, en üstün bir doğruluk-tur; onun sünnetine uyun, çünkü onun sünneti, sünnetlerin en doğrusudur. Kur'ân'ı öğrenin; O, sözlerin en güzelidir; hükümlerini belleyin; çünkü bu belleyiş, gönüllerin ilkbaharıdır. Işığıyla şifâ bulun; çünkü O, gönüllere şifâdır; O'nu güzel bir tarzda okuyun; bu okuyuş, haberlerin en faydalısını almaktır, onlardan faydalanmaktır.
Bilgisinden sapıp başka işler işleyen bilgin, bilgisizliğinden kurtulması mümkün olmayan, şaşırıp kalan bilgisize benzer. Böylesi bilgine karşı gösterilen delil, en büyük ve kuvvetli delildir; onun hasrete düşmesi, en yerinde bir şeydir; Allah katında en fazla kınanacak da odur.[6]
129:Allah kulları, ne umuyorsunuz şu dünyadan? Bu evde konuksunuz bir vakit için, borçlusunuz, istenecek sizden o borç. Ömürleriniz sona ermede; yaptıklarınız yazılıp bilinmede. Nice kişi vardır ki işi düzene koymaya çalışır; oysa elden yiter o iş. Nice zahmet çeken vardır; sonunda bozulur gider o iş. Öyle bir zamandasınız ki hayır geri kalmada, şer çoğalıp durmada; şeytansa insanları helâk etmeyi ummada. bir zaman ki şeytan kuvvetlenmiş, düzeni her yanı tutmuş, kolaylaşıp gitmiş.
Dilediğin tarafa bak; yoksulluğa düşmüş fakirden, Allah'ın nimetini küfre değişmiş zenginden, Allah'a ait hakları, malını çoğaltmak için sakınan nekesten, kulağı öğütlere sağır olmuş inatçıdan başka bir kimseyi görebilir misin? Nerede hürleriniz? Nerede temiz kişileriniz? Nerede cömertleriniz? Nerede kazançlarında sakınanlarınız; yolunda yordamında temizliği güdenleriniz?
Hepsi de şu aşağılık dünyadan göçüp gitmedi mi? Şu tez geçen, dertle, elemle yaşanan âlemi terk etmedi mi? Onların zemminde hiç kimse dudağını bile oynatamaz; onları anarken baş sağlığı bile dileyemez artık.
Bozgun meydana çıktı; kötülüğü değiştiren yok. Zulüm ortalığı kapladı; kendini bile kurtaran yok. Bu işlerle mi Allah'ın tertemiz yurduna gitmeyi umuyorsunuz; onun kadri yüce dostlarından olmayı istiyorsunuz? Ne kadar da uzak. Düzenle Allah'ın cennetine girilemez; Ona itâat edilmedikçe rızası elde edilemez. Allah'a lânet etsin kendisi terk ettiği halde iyiliği buyurana; kendisi yaptığı halde kötülüğü men etmeye kalkışana.