Hz. Emir (a.s), bu sözlerle Ömer'in sözlerini hatırlatmak-tadır

[29] - 35. surenin (Fâtır). 32. âyet-i kerimesinde, "Sonra kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık; derken onlardan nefsine zulmeden var ve onlardan ortalama hareket eden var ve onlardan, hayırlarda herkesten ileri giden var Allah'ın izniyle; işte bu, pek büyük bir lütuf ve ihsandır" buyurulmaktadır. 56. sûre-i celilede (Vâkıa),ileri geçenlerin Rablerine yaklaşanlar olduğu, öncekilerden çoğunun, sonra gelenlerden azının bölükten bulunacağı bildirilmekte, iyilere "Sağ taraf ehli", kötülereyse "Sol taraf ehli" adı verilmektedir (3-55).
[30] - "Gaybin anahtarları, onun katındadır, onları ancak o bilir; karada ve denizde ne varsa bilir. Bir yaprak bile düşse bilir onu ve yeryüzünün karanlıkları içinde bir tek tane yoktur ki, yaş ve kuru hiçbir şey bulunmaz ki apaçık kitapta (ilminde) tespit edilmemiş olsun." (En'âm, 59) "O, hıyânetle gizlice bakışı da bilir, gönüllerde gizlenen şeyleri de." (Mümin, 19).
[31] - "Bu, ellerinizle hazırladığınızdan; gerçekten de Allah kullara zulmedici değildir." 3, Âl-i İmrân 182. Enfâl, 22. Hac, 41. Fussilet, 50. Kaaf sûrelerinin 182, 51, 10, 46 ve 29. âyetleri de aynı meâldedir.
[32] - 5. sûre-i celilenin (Mâide) 95. âyet-i kerîmesine işaret edilmektedir.
[33] - Müslüman, Müslümanların elinden, dilinden selâmette oldukları kişidir (Hadis, Câmi', 2, s.172). Müslümanların, elinden, dilinden selâmette oldukları kişi Müslüman'dır. Mümin de insanların, kendisinden canlarını, mallarını emin gördükleri adamdır (aynı sahife).
[34] - Haksız yere bir serçeyi bile öldüren, kıyamet günü Allah tarafından soruya çekilir (Hadis, Câmi', 2, s.162). Ağaç keseni Allah tepesi üstü cehenneme atar (aynı, s.164).
[35] - Sırtlanı avlamak için önce ininin ağzına gelip içeriye bir taş atarlar, bir ses meydana getirirler. Sırtlan uyanır, her yana bakınır, kimseyi göremez, tekrar uyuklamaya koyulur. Derken bir taş daha atarlar ve böylece sırtlan taş sesine alışır, aldırış etmemeye başlar, uykuya dalar. Bunun üzerine inin ağzını genişletirler, onu tutup bağlarlar. Bu sırada sırtlan, duyduğu sesleri evvelki sesler gibi sanır, uykusundan uyanmaz.
[36] - Hazreti Emir'ül-Müminin (a.s) biat edilince, beytülmâle Ammar'ı (r.a) memur etti ve hiçbir kimsenin başka bir kimseden üstün olmadığını bildirip herkese üç dînar vermesini emretti, bana da üç dînâr getir buyurdu. 
Ammâr, beytülmâle, Ebu'l-Heysem ve birkaç kişiyle gitti. Beytülmâlde üç yüz bin dînâr bulundu; yüz bin kişiye dağıtıldı; hiçbir kimsenin öbüründen üstün tutulmaması bâzılarına ağır geldi. Hattâ Sehl b. Huneyf bile, yâ Emir'el-Müminin, bu, dün benim kölemdi, bugün azad ettim onu; ona ne verdiysen bana da onu verdin dedi.
Hz. Ali (a.s), evet buyurdu, sana ne kadar verdiysem ona da o kadar verdim. Talha, Zübeyr, Abdullah b. Ömer, Said b. Âs ve Mervan'la Kureyş'ten bâzı kimseler de buna razı olmadılar; Velid b. Utbe de bunlardandı. Osman'ın verdiği gibi vermezsen, seni bırakır, Şam'a gider, Muaviye'ye katılırız dedi. Talha, Zübeyr ve Abdullah memurlara bunu siz mi yapıyorsunuz, Emir'ül-Müminin mi? diye sordular. Memurlar, biz dediler, onun emri olmadan bir şey yapamayız ki. 
Bunun üzerine Ali'yi aradılar. Güneş altında, tuttuğu bir işçiyle çalışmakta olduğunu gördüler. Hava çok sıcak, şuraya gidelim dediler, bir gölgeliği gösterdiler, Âli, peki dedi; gölgeliğe sığındılar; konuşmaya başladılar. Bizim Rasûlullâh'a yakınlığımız var, savaşlarda bulunduk; ne Ömer böyle verirdi, ne Osman. Sen bizi herkesle bir tutuyorsun dediler. Hz. Ali (a.s), benden önce mi Müslüman oldunuz diye sordu. Hayır dediler, sen ilk Müslüman olansın. Benden daha mı yakınsınız dedi; hayır dediler, onun senden daha yakını yok; fakat biz de ona uyduk, müşriklerle savaştık. Benim kadar mı savaştınız dedi. Hayır dediler, senin gibi savaşan yoktur. Bunun üzerine, Ali, andolsun Allah'a dedi, benimle işçim arasında bile bir fark gözetmem ben. Ertesi günü Talha'yla Zübeyr, mescitte bir bucağa oturdular; yanlarına Said b. Âs ve Zübeyr'in oğlu Abdullah da geldi; Ali'yi kınamaya koyuldular; bunlar, kendilerine verilen parayı da almamışlardı. Ammâr, yanlarına gidip öğüt vermek istedi. Zübeyr'in oğlu Abdullah, Ammâr'a ağır sözler söyledi. Ammâr, Âli'ye karşı bütün insanlar birleşseler, ben gene elimi ona veririm; şehâdet ederim ki, Peygamber'in, Allah'ın emriyle gönderildiği günden beri, ondan üstün tuttuğu kimseyi bilmiyorum dedi. Bu hâli duyan Âli, 17. hutbeyi minberde okudu; inip iki rek'at namaz kıldı. Ammâr'la Zübeyr'i ve Talha'yı çağırttı. Konuştular; her ikisi de, bizimle danışmadan bu işi yaptın dediler; bunun üzerine onlara bu sözleri söyledi; sonra da Yenbu'da malım var, isterseniz size onları vereyim buyurdu. Onu da kabûl etmediler, Kûfe ve Basra vâliliklerini istediler. Âli, reyinize başvurmam gerekebilir; benimle kalmanız daha doğru buyurdu. Bu söz üzerine umre etmek üzere Mekke'ye gideceklerini söylediler; Hz. Ali (a.s), siz buyurdu; umre etmeyi değil, hıyânette bulunmayı kuruyorsunuz, biatten dönmeyin, Müslümanların birliğini bozmayın. İkisi de dönmeyeceklerine dâir söz verip yanından ayrıldılar.
[37] - Zübeyr'in anası Safiyye, Ebû-Tâlib'in kız kardeşidir ve Hz. Alinin (a.s) halasıdır.
[38] - "İstiâb" ve "Üsd'ül-Gaabe"de, Talha'nın şiddetle Osman'ın aleyhinde bulunanlardan olduğu ve Cemel savaşında Mervan tarafından oklanıp öldürüldüğü bildirilmekte ve Mervan'ın, Talha'yı vurduktan sonra, bundan sonra artık Osman'ın kanını istemem ben dediği nakledilmektedir. İbn-i Ebil-Hadid, Talha'nın, Osman aleyhinde en ileri gidenlerden olduğunu, hattâ Osman'ın, ben buna nice ihsanlarda bulundum, altınlar, gümüşler verdim, oysa benim kanımı dökmeye çalışıyor; İlâhî, sen onu dileğine kavuşturma ve zulmünün cezâsını ver dediğini, Yevm'üd-Dâr'da başını ve yüzünü ört-müş olarak Osman'ın evine ok attığını, topluma, komşula-rının damlarından aşmak suretiyle evine girmek için yol gösterdiğini bildirmektedir. Medâinî, "maktel-u Osman"da Talha'nın Osman'ın defnine üç gün mâni' olduğu, cenâzeyi taşlattığı kayıtlıdır; Vâkidî de bunu bildirmektedir. Belâzürî, Osman'ın evine su götürmeye bile engel olduğunu, Hz. Ali'nin buna pek öfkelenip birkaç tulum su yolladığını kaydeder ki "El-İmâmet-u ve's-Siyâse"de de bu, teyit edilir. Belâzürî, Tabarî, Müruc'üz-Zeheb, İbn-i Esir, El-İmâmet-u vs's-Siyâse, Zübeyr'in de Osman'ın ölümünü istediğini, hattâ oğlu Abdullah'ın, Osman'ı koruyanlardan olduğu söylendiği zaman, tek Osman'ı öldürsünler de oğlum da ölsün, ne çıkar dediğini söylerler (Keşf'ül-Bünyan'dan naklen; s.359-361).
[39] - Hemencecik erilecek üstünlük, dünyadaki zafer, iler-de erilecek üstünlükse âhiret mükâfatıdır.
[40] - Bu kısımda Emir'ül-Müminin (a.s), Hazreti Peygam-ber'den (s.a.a) sonraki olayları anlatmaktadır.
[41] - Ümm'ül-Müminîn Âişe, Osman'ın şiddetle aleyhinde bulunanlardandı. Abdullah b. Mes'ud dövüldüğü, kaburga kemiği kırıldığı zaman Osman'a, Rasûlullah'ın sahâbisine nasıl kötü sözler söylersin diye bağırmış ve Osman'ın emriyle mescitten çıkarılmıştı. Fakat o, Hz. Peygamber'in (s.a.a) ayakkabılarını, elbisesini halka gösteriyor, bunlar daha eskimeden, onun dinini yıprattı diyor, "Na'sel'i Allah öldürsün, öldürün Na'sel'i" diye halkı coşturuyordu. Na'sel, erkek sırtlan demekti; aynı zamanda Medine Yahudilerinden uzun sakallı birinin de adıydı; Hz. Âişe, Osman'a bu adı takmıştı (İbn-i Sa'd, 5, Leiden basımı, 25; Ensab-ı Belâzürî, 5, s.70, 75, 91; el-İmâmet-u ve's-Siyâse 1, s.267, 272; İbn-i Asâkir, 7, 319; İstiâb, Ebü'l-Fidâ'; Usd'ül-Gaabe ve İbn'ül-Esir).
Osman'ın ölümünde Mekke'de bulunan Âişe, Medine'ye gelirken yolda, onun öldürüldüğünü Übeyd adlı birisinden duydu ve "Allah onu uzaklaştırsın; bu, kendi eliyle kendisine hazırladığı sonuç" dedi. Sonra Hz. Ali'nin halife olduğunu duyunca, keşke dedi; gökler yere inseydi de bunu duymasay-dım; Osman'ı zulümle öldürdüler; vAllahi onun kanını isteyeceğim. Ubeyd, bu sözü duyunca şaşırdı; ona Na'sel diyen sen değil miydin dedi. Ümm'ül-Müminin, evet ama o tövbe etti; gümüş gibi arındı; onu zulümle öldürdüler dedi. Ubeyd dayanamadı, bu iş senden başladı, seninle bu hâle geldi. Yel de senden esti, yağmur da senden yağdı; imâmın öldürülmesini sen emrettin bize; onu öldürürken sana uyduk; onu öldüren, bize bunu emredendir meâlinde bir şiir okudu (El-Kâmil, 3, s.80).
Âişe'nin kini, ifk olayıyla başlamıştı. Talha ve Zübeyr'e uyup Basra'ya giderken bir su kıyısındaki köpekler, bindiği deveye saldırıp ürümeye başladılar. Âişe, suyun adını sordu, Hav'eb dediler. Bu adı duyunca ağlamaya başladı, döndürün beni dedi. Hz. Resûlullah sallallahu aleyhi ve âlihi vesellem ona Ali'ye karşı koyacağını, Hav'eb suyunun köpekleri üzerine ürüyeceğini, haksız kız kardeşinin ve Zübeyr'in oğlu Abdullah, kırk-elli şâhit getirerek kılavuzun yanlış söylediğine şehâdet ettirdi; bir yandan da Ali'nin ordusu geliyor diye adamlar koşturdu. Bunun üzerine kafile Basra'ya yöneldi.
Hz. Ali tarafından Basra vâlisi olan Osman b. Huneyf karşı koymak istedi; iki taraftan birçok kişi öldü; Osman hapsedildi.
[42] - Burundan gelen kan pıhtısı, kandan sonra gelir; bir işten sonra aynı işi yürütmek üzere, aynı yoldan gelenler, aynı töreyi yürütenler hakkında kullanılan bir atasözüdür. Aynı zamanda bu sözde, "Söz budur ancak, ameller niyetlere göre ölçülür; herkes, neyi niyet ederse o niyete göre hayır, yahut şer kazanır. Allah'a ve Rasûlüne göçmeye niyet eden göçerse, Allah'a ve Resûlüne göçmüş olur; dünyâya göçmek, dünyayı elde etmek isteyen, onu elde eder; bir kadını nikâhlamayı niyet eden, ona erer; herkes niyet ettiğini bulur" (Câmi', 1, s. 2-3) ve "Ali'nin Şiası'dır kurtulanlar, onlardır muratlarına erenler" meâllerindeki hadislere işaret vardır (Künûz'ul-Hakaak, 2, s.94).