* (Rasûlullah Sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem'in defni ânında buyurdular ki:)Sabır güzeldir, fakat sana karşı değil. Ağlayıp sızlanmak kötüdür, fakat sana değil. Senin musibetine uğramak pek
büyük bir şey. Bundan önce uğradığımız musibetler de bir şey değil, bundan sonra uğrayacaklarımız da.* Bizim hakkımız haktır; verirlerse alırız; vermezlerse yol uzasa bile develere biner, yürür
gideriz.* (Şam yolunda Anbar köylüleri Hazretin ardında yaya gitmeye başladıkları vakit, Bu yaptığınız nedir diye sordular. Köylüler, biz dediler, uyruk sâhiplerimizi böyle ulularız; âdetimiz
budur bizim. Hazret buyurdular ki.)Allah'a andolsun, bu bir iş ki bununla buyruk sâhibi olanlarınız faydalanmaz; sizse dünyâda bu işi yapmakla kendinizi meşakkate sokmadasınız; âhirette de azâba
uğratmadasınız. Ne kötü meşakkattir, ne olmaz zahmettir o ki, sonunda azap var. Ne hoş rahatlıktır o ki, onunla âhirette ateşten esenlik var.* Şu kılıcımla, bana buğzetmesi için müminin beynine
vursam bile gene bana buğzedemez. Beni sevmesi için bütün dünyâyı münafığın önüne döküp sersem gene beni sevemez. Bu, Ümmi Peygamber'in, Allah'ın salevâtı O'na ve soyuna olsun, dilinden çıkan ve
takdire uyan bir sözün özüdür ki buyurmuştur: Yâ Ali, mümin sana buğzetmez, münâfık seni sevmez.[1](Kendilerini haddinden fazla öven birisine buyurdular ki:)* Ben dediğinden aşağıyım, gönlünde
gizlediğinden üstünüm.(Bir toplumun, kendilerini, yüzlerine karşı övdükle-rini duyunca buyurdular ki:)* Allah'ım, benim ne olduğumu benden daha iyi bilirsin sen. Ben de kendimi onlardan daha iyi
bilirim. Allah'ım, onların sandıklarından daha hayırlı et bizi, bilmedikleri suçlarımızı da bağışla.* Biz orta yolu tutanlarız. Geride kalan gelir, bize ulaşır; ileri giden döner, bize
kavuşur.(Kendini nasıl buluyorsun yâ Emir'el-Müminin diye soran birisine buyurdular ki:)* Varlığını yok olmakta, sıhhatini hastalık kavramakta, emin olduğu yerden musibetlere çatmakta olan
kişinin hâli nice olur ki?* Benim yüzümden iki kişi helâk olmuştur: Sevip hakkımda ileri giden, sevmeyip aleyhimde bulunan.(Kendilerine Kureyş'ten sorulunca buyurdular ki:)* Mahzumoğulları
Kureyş'in gülleridir; erlerinin sözlerini duymayı, kadınlarıyla nikâhlanmayı seversin. Abdü Şems-oğulları (Ümeyyeoğulları), rey bakımından en uzak, arkalarını korumakta, ihtiyatla hareket etmekte
en ileri varanlarıdır. Bizse elimizde olanı ihsan ederiz; ölüm çağında canlarımızı cömertçe veririz. Onlar çokluktur; düzencidir, çetin huyludur; bizse sözde daha fasih, öğüt vermede daha ileri
güler yüzlülükte daha üstünüz.* Gerçeği gördüğüm andan beri gerçek hakkında şüpheye düşmedim ben.* Şaşarım şu işe: Hilâfet Rasûlullah'la sohbet yüzünden tahakkuk ediyor da sohbet ve yakınlık
yüzünden tahakkuk etmiyor.* Yalan söylemedim; bana da yalan söylenmedi; sapıklığa düşmedin, kimse de benim yüzümden sapıklığa düşmedi.* Ben müminlerin emiriyim, onlar bana uyarlar; malsa kötü
kişilerin emiridir; onlar da ona uyarlar.[2]Gurer'ul- Hikem'den* Sakının bizim hakkımızda ileri inanca sapmaktan; biz kullarız, yaratılmışız; buna inanın; sonra bizim hakkımızda, üstünlüğümüz
hakkında dilediğiniz inancı güdün (Ancak Tanrılık, Peygamberlik müstesnâ).* İnsanların körlükte en ileri gideni sevgimize, üstünlüğümüze göz yumanı, suçsuz olduğumuz halde bizi düşman olanıdır;
biz onu gerçeğe çağırırız, oysa bizi fitneye çağırır, dünyâya çağırır; bize düşman olur, düşmanlık güder. İnsanların en kutlusu da üstünlüğünüzü bileni, bizimle Allah'a tevessül edeni, sevgimizde
ihlâs sâhibi olanı, çağırdığımıza uyanı, nehyettiğimizi terk edendir. Bu çeşit kişi bizdendir ve ebedilik yurdunda bizimledir.[3]* İyiliklerin en üstünü, en iyisi bizi sevmek, kötülüklerin en
kötüsü de bize buğzetmektir.* Bizim en çok sevdiğimiz kişi, bizi seveni seven, bize düşman olana düşman olandır.* Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Muhammed'in gerçek dostu, isterse soyu ona
ulaşmasın, Allah'a en fazla itâat edenidir. Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Muhammed'in düşmanı da, isterse soyu ona ulaşsın, yakın olsun, Allah'a isyân edendir.* Gerçekten de Allah'tan
başka yoktur tapacak sözünün şartları vardır; ben ve zürriyyetim, onun şartlarındanız.* Gerçekten de yüce Allah, yeryüzünde bizi seçti, bize de yardım etmek, ferahlığımızla ferahlanmak,
hüznümüzle hüzünlenmek, canlarını, mallarını yolumuza vermek için Şiamızı seçti; onlar bizdendir, bize gelirler, cennette de bizimledir onlar.[4]* Bizim işimiz gerçekten de çetindir;
çetinleştirilmiştir; pek serttir, sertleştirilmiştir; gizlenmiştir, perde ardına alınmıştır, ona, Allah'a yakın melek, yahut gönderilmiş peygamber, yahut da noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah
tarafından gönlü îmanla sınanmış inanan kişi tahammül edebilir.* Sorun beni yitirmeden; çünkü andolsun Allah'a, Kur'an'da hiç bir âyet yoktur ki niçin ve kimin hakkında indi, nerede indi,
düzlükte mi, dağlıkta mı, hepsini de en iyi bilenim ben. Gerçekten de rabbim bana, anlayan bir akıl, söyleyen bir dil ihsan etmiştir.* Perde kaldırılırsa bile yakıynim artmaz benim.* Bize
sarılan, bize ulaşır; bizden ayrılan, geri kalır, helâk olur; emrimize uyan, öne geçer, kutluluğa erer; bizim gemimizden başka bir gemiye binen boğulur gider.[5]* Kim bizi gönlüyle sever, diliyle
bizimle olur, kılıcıyla düşmanımızla savaşırsa o, cennette bizimle, bizim derecemizdedir. Kim gönlüyle bizi sever, diliyle bize yardım eder, fakat eliyle bize yardım etmez, düşmanımızla
savaşmazsa; cennette bizimledir, fakat bizim derecemizden aşağı bir derecededir.* Bildiğim, tanıdığım andan beri hakkı inkâr etmedim. Bana gösterildiği andan beri hakta şüpheye düşmedim, yalan
söylemedim. Kimse de benim yalan söylediğimi söylemedi. Ben ne yolumu sapıttım, ne de benim yüzümden biri yolunu sapıttı.* Biz hakka çağıranlarız; halkın imâmlarıyız: Gerçek dilleriyiz. Kim bize
itâat ederse kurtuluşa erer. kim bize isyân ederse helâk olur gider.Biz Hıtta'nın kapısıyız. O kapı selâmet kapısıdır. Kim girerse esen kalır, kurtulur; kim muhâlefet ederse helâk olur.[6]* Biziz
Allah kullarına, onun eminleri, şehirleri hakkı yüceltenler; dost bizimle kurtulur, düşmanlık eden bizim yüzümüzden helâk olur.* Biziz peygamberlik ağacı, vahyinin indiği yer, meleklerin gelip
gittiği mahal, hikmetlerin kaynakları, ilmin mâdenleri.* Biziz Rasûl-i Ekrem'in elbisesi, onun dostları, ona hizmette bulunanlar, ona varılacak kapılar. Evlere ancak o kapılardan girilir;
kapılardan başka yerden girenler hırsızdır; cezâya çarpılır.[7]* Heyhât, eğer Allah'tan çekinmeseydim Arabın dâhîsi olurdum ben.* Andolsun ki, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah'ın
ashabından olup, ondan duyduklarını unutmayanlar, bilirler, ben bir an bile ne noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ın emrini reddettim, ne Rasûlü'nün emrini. Allah'ın bana lütfettiği erlikle
yiğitlerin durakladıkları, ayakların geriye çekildiği yerlerde canımla, başımla onu korudum. Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, elimden geldiği kadar canımı ona fedâ ettim; bütün gücümle
düşmanlarıyla savaştım, nefsimle onu korudum; o da benden başka kimseye nasip olmayan ilmini bana lütfetti.Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah vefât ettiği zaman başı göğsündeydi,
ağzının yârı avcıma aktı, onu yüzüme sürdüm. Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, onu yıkamaya koyuldum; melekler yardımcılarımdı. Ev halkı ve civârı feryatla dolmuştu. Meleklerin bir kısmı
inmedeydi, bir kısmı çıkmadaydı.Sesleri hâlâ kulaklarımdadır; ona salavât getiriyorlardı, bu, onu kabrine yerleştirinceye dek sürdü gitti. Hayâtında da, memâtında da ona benden yakın kimdir ki?*
Haktan ve hak ehlinden ayrılma; ayağın sürçmesin, çünkü biz Ehlibeyti bırakıp başkasına sarılan helâk olur, dünyâsını da yitirir, âhiretini de.(Eimme-i Hûdâyı (s.a.a) anlatırlarken
buyurmuşlar-dır ki:)* Bilgileri iman gerçekliğiyledir. Yakıyn ruhuyla yakıyne ermişlerdir. Nimete erenlerin güç bulduklarını onlar kolay sayarlar; bilgisizlerin kaçtıkları, hoşlanmadıkları
şeylerle huylanırlar. Ruhlarıyla en yüce yerdeyken dünyâ ehliyle, bedenleriyle konuşur görüşürler. Onlar yeryüzünde Allah halifeleridir; onun dinine halkı çağıranlardır. Âh âh onları görmeyi ne
de özlemişimdir.Onlardır îmânın direkleri, halkın Allah'a vesîleleri. Hak onlarla aslına erer; batıl onlarla sökülür gider; dili kesilir, susar. Dini korumak ona riâyet etmek husûsunda sıkı
davranırlar. Bu husûsi sımsıkı tutarlar. Hem de duyup rivâyet etmek yoluyla değil. Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah'ın sırrının mahremi onlardır; emrini koruyanlar, bilgisine
sâhip olanlar, hükmünü yerine getirenler, kitaplarını hıfzedenler, dininin dağları onlardır.Dinin gözüdür, yüzüdür onlar. Rahmân'ın hazineleridir onlar. Söylerlerse gerçek söz söylerler;
susarlarsa başkaları sözlerine söz katamaz. Onlardır dînin esası, yakıynin direği. İleri giden, dönüp onlara gelir; geri kalan varır onlara ulaşır.Onlardır karanlıkların ışıkları, hikmetlerin
kaynakları, ilmin mâdenleri, hilmin karar ettiği yerler. Onlardır ilmin yaşayışı, bilgisizliğin ölümü. Hilimleri ilimlerinden haber verir size; susmaları, sözlerini anlatır size. Hakka aykırı
hareket etmezler ve hakta ayrılığa düşmezler. Hak, susarlarsa da onlardadır, söylerlerse de, gerçek tanık olurlarsa da.* Tohumu yarıp bitirene, bedeni halkedene andolsun; bir toplum çıkacak ki
önceden Muhammed (s.a.a), nasıl Kur'ân'ın tenzili için savaştıysa, o toplum da te'vili için başlarınıza vuracak ve bu, size Rahmân'ın hükmüdür, âhır zamanda olacak.[8][1] - "Yâ Ali, seni ancak
mümin sever, sana ancak münâfık buğzeder." (hadis, Künûz'ül-Hakaaık, 2, s.206).[2] - "Âli, müminlerin dilediği istediği, uyduğu kişidir; malsa münafıkların dilediği şey." (Hadis. Câmi, 2,
s.55)[3] - "Kim Âl-i Muhammed'e sevdiği halde ölürse şehâdet mertebesine erişmiş olarak ölür. Bilin kim Âl-i Muhammed'i sevdiği hâlde ölürse yarlıganmış olarak ölür. Bilin, kim Âl-i Muhammed'i
severek ölürse tövbe etmiş olarak ölür. Bilin, kim Âl-i Muhammed'i severek ölürse imanı kamil mümin olarak ölür. Bilin ki, kim Âl-i Muhammed'i severek ölürse ölüm meleği ona cennet müjdesi verir;
sonra da Münker ve Nekir onu cennetle muştular. Bilin, kim Âl-i Muhammed'i severek ölürse gelin kocasının evine gider gibi cennete gider. Bilin, kim Âl-i Muhammed'i severek ölürse Allah, kabrinde
cennete iki kapı açar onun. bilin, kim Âl-i Muhammed'i severek ölürse mezarı rahmet meleklerinin ziyaretgâh olur. Bilin, kim Âl-i Muhammed'i severek ölürse sünnet üzere gerçeğe uyan topluluktan
olarak ölür. Şunu da bilin, kim Âl-i Muhammed'e buğzederek ölürse kıyâmet gününde iki gözü arasına bu, Allah'ın rahmetinden meyustur sözü yazılmış olarak gelir. Bilin, kim Âl-i Muhammed'e
buğzederek ölürse kâfir olarak ölür. Bilin, kim Âl-i Muhammed'e buğzederek ölürse cennetin kokusunu bile duyamaz." (Kur'ân-ı Mecid'in 42. sûre-i celilesinin, Şûrâ, "Bu, Allah'ın inanan ve iyi
işlerde bulunan kullarını müjdelemesidir işte. De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim ancak yakınla-rıma sevgidir ve kim güzel ve iyi bir iş yaparsa onun güzelim
mükâfâtını arttırırız. Şüphe yok ki Allah suçları örter. İyiliğe mükâfatla karşılık verir" meâlindeki 23. âyetinin Zamahşerî tarafından "Keşşâf"taki tefsirinden naklen "Fedâil'ül-Hamse", 2,
s.78-79). Bu hadis ile Âl-i Muhammed'-in sevgisi ve maâzallah, buğzuna sonuçlar verir, belli olur; fazla tafsile sanırız ki hâcet yoktur.[4] - Şia, taraftar demektir, ism-i mensûbu Şii'dir. Bu
söz mühdes olmayıp Hazreti Peygamber (s.a.a) tarafından, 98. sûre-i celilenin (Beyyine) "İnananlar ve iyi işlerde bulunanlar, şüphe yok ki yaratılmışların en hayırlılarıdır" meâlindeki 7. âyet-i
kerimesinin tefsirinde "Ali ve Şia'sı yaratılmışların en hayırlılarıdır" buyrulmuş aynı âyetin tefsirinde "Nefsim kudret elinde olana andolsun ki bu ve Şia'sı kıyâmet günü kurtulanların,
muratlarına erenlerin ta kendileridir" demişlerdir. Hz. Peygamber'in (s.a.a) ashabı, Ali (a.s) gelince, "Yaratılmışların en hayırlısı geldi" derlerdi. "Ali ve Şia'sı kıyâmet gününde
kurtulanların, muratlarına erenlerin ta kendileridir" hadis-i şerifi de aynı meâldedir. Bunlardan başka hadislerde de Ali taraftarları "Şiâ" adıyla geçer (İbn-i Cerir-i Tabari tefsirinden,
Süyûti'nin "Ed-Dürr'ül-Mensur"undan, "Savâık'ul-Muhrıkak dan, "Künûz'ül-Hakaaık"dan, "Mecna'uz-Zevait"den naklen "Fadâil'ül-Hamse, 1, s.277-278, 2, 93-95). Kur'ân'ın 19. sûresinin 69. 28.
sûresinin 15, 37I. sûresinin 83. âyetlerinde "Şia" sözü, çeşitli münâsebetlerle geçer.[5] - "Ehlibeytim Nûh'un gemisine benzer. O gemiye kim bindiyse kurtuldu; kim baş çekti, binmediyse boğuldu
gitti." (Hadis. Câmi, 2, s.136).[6] - "Bir vakit şu şehre girin, nimetlerinden, nerede dilerseniz orda bol bol yiyin; kapısından secde ederek girin, burası yurttur deyin; yarlıganma dileyin de
suçlarınızı örtelim; iyilikte bulunanların sevâbını daha da arttıracağız demiştik." (2, Bakara, 58) "Hani o zaman onlara, bu şehirde yerleşin ve dilediğiniz yerde dilediğiniz şeyi yiyin ve bu
makam suçların döküldüğü makamdır deyin; kapıdan yerlere kapanırcasına eğilerek girin de suçlarınızı örtelim; iyi hareket edenlerin mükâfâtını da fazlasıyla verelim denmişti." (7, A'raf, 161)Bu
iki âyet-i kerimede, "Suçların döküldüğü makam, yurt "Hıtta" diye geçer. Hadis-i Şerifte, "Ehlibeytim aranızda Nuh kavmi içinde Nûh'un gemisine benzer. Kim o gemiye bindiyse kurtuldu; kim
binmediyse helâk oldu ve İsrâiloğulları içindeki Hıtta'ya benzer" ve sonunda "Kim oraya giderse yarlıgandı" ilavesiyle geçer (Süyûti'nin "Dürr'ül-Mensûr"un-dan, "Kenz'ül-Ummâl"den,
"Mecma'uz-Zevait"den naklen "Fedâil'ül-Hamse" 2, s.57-59).[7] - 2. Sûrenin (Bakara) 189. âyet-i kerimesinde evlere kapılardan girilmesi emir buyrulmaktadır. Rasûl-i Ekrem de "Ben ilmin şehriyim,
Ali kapısıdır; ilmi isteyen kapıya gelsin", "Ben hikmet eviyim, Ali kapısıdır", "Ali ilminin kapısıdır, benden sonra benim gönderilip tebliğ ettiğim şeyleri size apaçık bildirendir; onu sevmek
imandır; ona buğzetmekse nifaktır" buyurmuşlardır (Tabarânî, Câmi'us-Sagıyr, Müsted-rek'üs-Sahihayn, Tirmizi, İbn-i Cerir, Kenz'ül-Ummâl ve Deylemî'- den naklen "El-Murâcaât", s. 188).[8] -
(Muâviye, Ali'nin (a.s) Şiası'ndan Dırâr'a, bana Aliy'i anlat demişti. Dırâr bundan vazgeçmesini söylediyse de Muâviye ısrar edince dedi ki:)Şehâdet ederim ki onu bâzı vakit gece karanlığı
basınca mihrâbında eliyle sakalını tutup, yılan sokmuş bir kişi gibi titreyerek, derde uğramış gibi ağlaya ağlaya şöyle dediğini görmüşümdür, duymuşumdur:Ey dünyâ, ey dünyâ, uzaklaş benden, bana
mı gelmedesin aldatmaya beni, yoksa beni mi dilemekte, özlemektesin? Benim gönlüme girmene, benim de seni sevmeme imkân yok. Heyhât, sen benden başkasını aldat. Benim sana ihtiyâcım yok. Ben seni
üç kere boşadım; artık sana dönmeme, seni almama imkân yok. Ömrün azdır, değerin aşağıdır; dilediğin hordur bence senen. Âh azığın azlığından, yolun uzunluğundan, yolculuğun uzak, varılacak yerin
pek yüce oluşundan.Dırâr, bu sözlerden önce "Andolsun Allah'a ki, onun yüceliğine bir son ululuğuna bir sınır yoktu. Gücü, kuvveti çetindi. Kesin söz söylerdi. Adaletle hükmederdi. Her yanından
bilgi fışkırırdı, akardı. Her sözünde hikmet dile gelir, coşardı. Dünyâdan, dünyâ lezzetlerinden çekinirdi. Geceleri gecenin garipliğiyle esenleşirdi. Çok ağlardı. Uzun uzun düşünürdü. Halk
içinde en değersiz ve kısa elbise giyen oydu; en değersiz şeyleri yiyen oydu. Aramızda, içimizden birisi gibiydi, bir şey sorduk mu cevap verirdi; bir şey sorarsa cevap verirdik; fakat andolsun
Allah'a, onun bize bu kadar yakınlığına, bizim ona bu derece yakınlığımıza rağmen gene de heybetinden söz söyleyemezdik ona. Din ehlini ulular, ağırladı. Yoksulları kendisine yaklaştırır,
hatırlarını sorardı; gönüllerini alırdı. Kuvvetli kişi, o varken olmayacak bir işe girişmezdi. Zayıf kişi, adaletinden meyûs olmazdı" demişti.Muâviye, bu sözleri duyunca nasılsa müteessir olmuş,
gözyaşını yeniyle silmiş. Dirâr'a, ondan ayrıldıktan dolayı ne derecede müteessirsin diye sormuştu. Dırâr, tek çocuğu kucağında boğazlanan ana kadar diyerek ona, emriyle yaptırdığı bir cinâyeti
hatırlattı. Muâviye, benden sonra dedi, benim adamlarımdan birine beni sorsalar bu çeşit bir şey söylemez (Dırâr için "Tenkıyh'ül-Makaal"e, 2, s.105-106, Kazvini Şerhi'ne, c.4, 105. sahifenin
notuna bakınız).