İkinci Kısmın sonu. 18 Zilhıccet'ül-Harâ, İyd-i Gadîr, sali 1389.

[1] - Kusem b. Abbâs b. Abdül-Muttalib, Hz. Peygam-ber'in (s.a.a) amcalarının oğludur ve ashabındandır. Hz. Peygamber'in (s.a.a) cenâzesinin defninde bulu-nanlardan-dır. Emir'ül-Mü'minin (a.s) tarafından Mekke vâliliğine tayin edilmiş, Muâviye Büsr b. Ertât'ı Mekke'ye gönderdiği zaman bozguna uğramış, Büsr, Mekke'ye Şeybe b. Osman'ı bırakıp gidince onunla savaşıp mağlub etmiş, sonunda Semerkand'e gitmiş, orda şehit olmuştur. Hz. Peygamber'e (s.a.a) pek benzerlerdi (Tenkıyh, 2, s.27-28; Büsr için de aynı kitabın 1. cildine bakınız; s. 168-169).
[2] - Sehl b. Huneyf; Ansardan, Evs boyundandır, Bedir'de bulunmuştur. Uhud'da Hazreti Rasûl-i Ekrem'e (s.a.a) ölüm üzerine biat etmiştir ve sahâbe dağıldığı zaman sebât edenlerdendir. Bütün gazalarda bulunmuştur. Hazreti Emir (a.s) Basra'ya giderlerken onu Medine'ye vâli olarak göndermişlerdi. Fars vilâyetine tayin edilmiş, fakat oraya gidememişti. Sıffin'den sonra, Kûfe'de, hicretin otuz sekizinci yılında vefât etmiştir. Hazreti Emir, Sehl, en sevdiğim kişilerdendi buyurmuş ve cenâzesini teşyi' etmiş, bu sırada fâsılalarla beş kere namazını kılmışlardır (Tenkıyh, 2, s.74-75).
[3] - Kur'ân-ı Mecid'in 3. suresinin 103. âyet-i kerîmesinde Allah ipine, yâni Kur'ân'a ve Kur'ân'ın, İslâm'ın hükümlerine yapışmamız emir buyrulmaktadır. Hazreti Peygamber de (s.a.a) iki halife bıraktıklarını, birinin gökle yer arasında uzatılmış bir ip olan Allah Kitabı, öbürü de Ehlibeyti olduğunu, bunların kıyâmete dek birbirinden ayrılmayacağını beyan buyurmuşlardır (Câmi, 1, s.87). Gene. 3. sûrenin (Âl-i İmran) 134. ayet-i kerimesinde, öfkesini yenenler, insanların kusurlarını bağışlayanlar övülmekte ve ihsan sâhiplerini Allah'ın sevdiği beyan edilmektedir. Kur'ân Mecid'in 93. sûre-i celilesinin son âyet-i kerîmesinde (11), "Ve Rabbinin nimetini an, söyle" buyrulmaktadır. Rasul-i Ekrem de (s.a.a), "Allah gerçekten de kuluna verdiği nimetini eserini onda görmeyi sever" buyurmakta (Câmi, 1, s.63), Kur'ân-ı Kerim'de "Şükrederseniz, ziyâdeleştiririz" buyrulmaktadır ( İbrâhim, 7). Bu kısımda bütün bunlara işaret vardır. Aynı zamanda Hazret-i Rasûl'ün (s.a.a) "Her gelecek yakındır, uzak olansa gelmeyecek olandır" hadisine de işaret vardır (Câmı, 1, s.86).
[4] - Rasûl-i Ekrem (s.a.a), "İnsanların hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır" buyurmakta (Câmi, 2. c.8). İnsanın kendisinden sonra, bıraktığı sâlih çocuğun, ecri boyuna sâhibine de verilecek olan sadakanın, yâni insanların boyuna hayırlandığı şeyin, meselâ câmiin, hastanenin, mektebin ve kulların faydalandığı bir ilim bırakanın bilgisinin, en hayırlı halefi olduğunu beyan etmektedir (2, s.9). Kur'ân-ı Mecid'de inananların, yaptıkları hayrı, Allah katında bulacakları tebşir edilmektedir (2, Bakara, 110; 73, Müzzemmil, 20).
[5] - Rasûl-i Ekrem (s.a.a) "Köylerde oturma; köylerde oturan kabirde oturana, ölüye benzer" buyurmuşlardır (Câmi, 2, s.190).
[6] - Hazreti Rasûlullah (s.a.a) insanları yollarda oturmaktan men buyurmuşlardır (aynı, 1, 97).
[7] - Kendilerine, yâni Hz. Rasûl-i Ekrem'e (s.a.a) bakmanın, bilgin kişinin yüzüne bakmanın, Ali'ye bakmanın ibâdet olduğuna dâir hadisler mevcuttur (Câmi, 2, s.176, Künûz'ül-Hakaaık, 2, 186). Kur'ân-ı Mecid'de de îman ehlinin yüce dereceleri olduğu beyan buyrulmuştur (20, Tâhâ 75).
[8] - Kur'ân-ı Mecid'de Cumâ günü namaz vakti bildirildi mi, namaz vakti geldi mi, alış-verişin bırakılıp namaza gidilmesi, namaz kılındıktan sonra Allah'ın lütfettiği, edeceği rızık peşinde düşülmesi emir buyrulmaktadır (Cumua, 9-10).
[9] - "Sakın kötü eşten, dosttan. Çünkü sen onunla tanınırsın" (Câmi, 1, s.97). Kur'an-ı Mecid, dâima dünyâ ve âhireti dengeli tutmakta, âhiret için dünyâyı terk etmeyi, yahut dünyâya dalıp âhireti unutmayı kınamaktadır.
Hâris-i Hemdânî, Hâris'ül-A'ver lakabıyla meşhurdur. Hazreti Emir'ül-Müminin, dîvanlarında "Kim ölüm hâline gelirse, mümin olsun, münâfık olsun, beni görmeden ölmez" meâlindeki beytiyle başlayan şiiri bu zâta hitâben söylemişlerdir. Hars diye de anılan bu zat, bir gece Hazreti Emir'in (a.s) huzûruyla müşerref olup, Ey Müminler emiri, beni sana, senin sevgin getirdi demiş; Hazret de, "Sana bir şey söyleyeyim de şükret, bir kul yoktur ki beni sevsin de, ölürken sevdiği gibi beni görmesin. Bir kul da yoktur ki, bana buğzetsin de gene ölürken, buğzettiği gibi beni görmesin" buyurmuş, kendilerini sevenin ereceği makamı, elde edeceği mükâfatı, sevmeyenin varacağı derekeyi ve uğrayacağı mücâzatı ölüm hâlinde müşâhade edeceğini bildirmişlerdir (Tenkıyh, 1, s.242-243).
[10] - Münzir hakkında, Hazreti Emir'in "Omuzlarına çok bakar, uluların, değerli yemen kumaşlarından elbise giyinir, kadınlar gibi salınır, ayakkaplarındaki tozu üfürür bir adamdır" buyurduğunu Seyyid Radıy rahimehullah nakleder (Muhammed Abduh, 3, s.133).
Hazreti emir (a.s) onu bâzı yerlere memûr etmişti. O da Hazretin âmillerine hıyânette bulunmuştu. Babası Cârud sahâbedendir, Hazreti Rasûl'ün (s.a.a) ikrâmına mazhar olmuştu (Tenkıyh, 3, s.248).
[11] - İslâm ülkesinde bulunan ve devlete vergi veren, aleyhte çalışmayan Kitap ehli amandadır. Hazreti Rasûl-i Ekrem (s.a.a) "Kim İslâm'ın amanında olan bir zimmiyi incitirse, onun düşmanı ben olurum; kime düşman olursam, kıyâmette de düşman olurum ona", buyurmuşlardır (Câmi, 2, s. 140).
[12] - Yazdıkları kişinin kim olduğu tasrih edilmemiştir.
[13] - Ömer b. Ebi-Selmet'il-Mahzûmî, ashaptandır. Ebi-Selme, Hazreti Rasûlullâh'ın sallallahu aleyhi ve âlihi vesselem, zevceleri cenâb-ı Ümmüseleme radıyAllahu anhâ ve ırdâhâ'nın oğulları bulunması dolaysıyla Hazreti Rasûl'ün üvey oğulları sayılırlar. Hicretin ikinci yılı Habeşe diyarında doğmuştur. Hz. Rasûl'ün (s.a.a), vefâtlarında dokuz yaşın-daydı. Cemel savaşında Hazreti Emir'in (a.s), maiyetinde bulunmuşlar, Bahreyn'de vâlilik hizmetinden sonra Nu'mân b. Aclân'ın Bahreyn'e tayini üzerine Hazrete iltihak etmişler, Sıffin savaşına katılmışlardı. Abdülmelik zamanında hicretin seksen üçüncü yılında Medine'de vefât etmişlerdir (Tenkıyh, 2, s.340).
Nu'mân b. Aclân, Ansârın Zurayk boyundandır. Gayet fasihti. Şiirleri vardır, bir kasidesinde Hazreti Emir'in (a.s) bırakılıp Ebubekir'in hilâfete nasbedilmesini kınar. Kendine "Lisân'ül-Ansâr" denirdi. Üsd'ül-Gaabe ve İbn-i Ebi'l-Hadid Şerhi bu kasidenin bâzı beyitlerini zikreder (aynı, 3, s.273).
[14] - Maskala için 1. kısmın beşinci bölümünde 88. hitâbenin notuna bakınız.
[15] - 2. surenin (Bakara) 6-7. âyet-i kerimelerinde kâfir olanların küfürleri yüzünden kalplerinin, kulaklarının mühürlendiği, gözlerinde perde bulunduğu bildirilmektedir. 45. sûre-i celilenin 23. âyet-i kerimesinde de kendi dileğini mâbud edinenin, bu yüzden, bildiği halde sapıklığa düştüğü, kulağına kalbine mühür vurulduğu, gözlerine perde çekildiği beyan buyrulmaktadır.
[16] - Cenab-ı Rasûl-i zişan (s.a.a) âlemlere rahmet olarak gönderildikleri için her mükellef onun dâvetine uymakla memurdur ve herkes, gönderildikleri andan itibaren onun "ümmet-i dâvet"idir. Ancak dâvete icâbet edenler, "ümmet-i icâbet"tendir.
[17] - "Ümmetim için en fazla korktuğum, dili söz bilen, bütün münâfıklardır" Câmi, 1, s.11).
Muhammed b. Ebi-bekr (r.a) için birinci kısmın 107. hitâbesinin notuna bakınız.
[18] - Mâlik b. Hâris'il Eşter'in Nahaî, asahâb-ı kirâmdan ve eşyâ-ı Murtazaviyye'dendir. Şecâati, fasâheti, tabiât-i şâirânesi olan ve Emir'ül-Mü'minin'e (a.s), şiddetle ve ihlâsla bağlı bulunan Mâlik, Osman'ın aleyhine kıyâm edenlerdendir. Medine'ye gelirken Rebeze'den bir kadının, yolda, Ey Allah kulları, bu Rasûlullah'ın (s.a.a), sahâbisi Ebû-Zerr'dir, Rabbine ulaştı; bana yardım edin, dâvetime icâbette bulunun dediğini duyup yanındakilerle Ebuzerr'in cenazesini gasl, teçhiz ve tekfin etmiştir, Ebuzerr (r.a) vefât ederken zevcesine, Rasûlullah bana haber verdi, ben gurbette öleceğim, fakat ümmetinden sâlih kişiler beni gasledecekler, namazımı kılacaklar, defnedecekler; ben vefât edince yola çık, otur; mutlaka gelecekler var, onlara haber ver buyurmuştu. Mâlik, Ebuzerr'in namazını kıldırmış, sonra da Allah'ım, bu, Rasûlullah'ın sahâbîsi Ebûzerr'dir, sana kulluk edenlerden bir kulundur; senin yolunda müşriklerle savaşmıştır; dinini tebdil ve tağyîr etmemiştir, ancak yapılmaması gereken, yapılması hoş olmayan şeyleri görmüş, diliyle, gönlüyle karşı durmuş, bu yüzden cefâlara uğramış, sürülmüş, horlanmıştır; yapayalnız, garip olarak vefât etmiştir; Allah'ım ona bunları revâ görenlerden, Rasûlü'nün hareminden onu sürenlerden sen öcünü al demiş, herkes bu duâya âmin-hân olmuştu. Hazreti Emir (a.s) onu Mısır'a vâli tayin buyurmuşlardı. Giderlerken Muâviye, Osman'ın kâlesi Nâfi'i göndermiş. Nâfi, Eşter'le dost olmuş, emniyetini kazanmış, Süveyş yakınlarında Kulzüm denen yerde ona zehirli balla karışık süt içirerek şehâdetine sebep olmuştu. Şehâdet haberi Muâviye'ye ulaşınca, "Allah'ın orduları var, bal da onlardan" diye sevinmiş, mescide gidip minbere çıkarak Ali'nin iki kolu vardı; sağ kolunu Sıffin'de kestim, o, Ammâr'dı; şimdi de sol kolu olan Eşter'i kestim diye övünmüştü. Hazreti Emir, Mâlik'in şehâdetini duyunca pek müteessir olmuşlar, ben Rasûlullah'a ne menzilede, ne mertebede idiysem Mâlik de bana o menziledeydi, o mertebedeydi buyurmuşlardı. 
Şehâdetleri hicretin otuz sekizinci yılındadır (Tenkıyh, 2, s.4-49; Sefinet-ül-Bihâr, c.1, s.684-688).
Hâram olan şeyi içen, İslâm hükmünce dayak yiyen, Ebû-Süfyân'ın oğlu Utbe'dir; Tâif'te Abdullah oğlu Hâlid, ona had vurdurmuş, şer'i hükme göre seksen sopa vurdurarak onu dövdürmüştür (M. Abduh, 3, s.not. 3). Velid b. Utbe de had vurulanlardandır diyenler vardır (Kazvini, 4, s.21). Mala, mülke sâhip olmadıkça İslâm'a gelmeyenlerle, Mü'ellef'ül-Kulûb kastedilmektedir ki Ebû-Süfyan ve oğlu Muâviye de bunlardandır (Kazvini, s.21).
[19] - "Ey inananlar, siz yardım ederseniz Allah'a, o da yardım eder size ve ayaklarınızı diretir; size sebat verir." (47, 7). Allah'a yardımdan maksat; Allah dinine, yâni İslâm'a sarılmak, emirlerini tutmak ve düşmanlarla savaşmaktır. Nitekim bu âyet-i kerîmeden sonraki âyetlerde kâfir olanların yaptıkları kötülüğün kendilerine zarar vereceği, çabalarının boşa çıkacağı, yeryüzünde, kendilerinden önceki kâfirlerin de Allah tarafından yok edildikleri, Allah'ın inananlara yardımcı olduğu, kâfirlereyse bir yardımcı bulunmadığı bildirilerek bu, teyid edilmektedir (8-11).
[20] - Halkı umumî olarak iki sınıfa ayırmakta ve birinci sınıfın, 49. sure-i celilenin (Hucurât) 10. âyet-i kerimesinde bildirildiği gibi inananlar olup bunların din kardeşleri bulunduğunu, bildirmekte, ikinci sınıfınsa, yaratılışta bize eş ve denk olduğunu bildirerek inançta kardeş olmamakla beraber insanlık bakımından bize eş olanları, Kitap ehlini kasıt buyurmaktadırlar. Şu hâlde insanlık, umûmî ve eşit vasıf, imansa kardeşliği meydana getiren ve inananlara tahsis olunan vasıftır. Fakat her iki sınıfa karşı da adaletin yürütülmesi, bunların adalet bakımından ayırd edilemeyeceği anlatılmaktadır.
[21] - 24. sûrenin (Nûr) "Üstün ve geçimi geniş olanlarınız akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda yurtlarından göçenlere vermekten çekinmesinler, ve iyilik etmeyi terk etmesinler ve bağışlasınlar ve suçtan çekinsinler. Allah'ın sizi yarlıgamasını istemez misiniz? Ve Allah suçları örter, rahimdir" meâlindeki âyet-i kerimesine işaret buyrulmaktadır.(22).
[22] - "Peygamberler, fetih ve yardım istediler ve her inatçı cebbar mahrum olup gitti" âyet-i kerimesine işârttir (İbrâhim, 15).
[23] - "Böylece de suçlular istemeseler de gerçeği izhâr etmeyi ve batılın boşluğunu bildirmeyi murât etmedeydi. " (Enfâl, 8) "Yoksa bunu Allah'a isnâd ederek o uydurdu mu derler? Gerçekten de Allah dilerse gönlünü mühürler senin ve Allah, batılı mahveder, gerçeği gerçekleştirir sözleriyle; şüphe yok ki o, gönüllerde olanları bilir." (Şûrâ, 24) ve "Hiç şüphe yok ki onlar yapmadıkları şeyleri söylerler; ancak inananlar ve iyi işlerde bulunanlar ve Allah'ı çok ananlar ve zulme uğradıktan sonra yardıma mazhar olanlar müstesnâ. Ve zulmedenler yakında bileceklerdir hâlleri neye varacak ve nereye varıp gidecekler." (Şuarâ, 227). Bu âyetlere işaret edilmektedir.
[24] - "Kim mümin kardeşinin bir ayıbını bilir de örterse Allah da onun ayıbını örter." (Hadis. Künûz'ül-Hakaık, 2, s.173-174).
[25] - "Ey inananlar, buyruktan çıkmış biri size bir haber getirdi mi doğru, yahut yanlış veya yalan olup olmadığını araştırıp iyice bir anlayın; yoksa bir topluluğa bilgisizlikle bir kötülükte bulunur da yaptığınıza nâdim oluverirsiniz." (Hucurât, 6).
[26] - "Öyle bir mâbuddur ki sana kitap indirdi,onun bir kısmı manası apaçık âyetlerdir ve bunlar kitabın temelidir. Diğer kısmıysa çeşitli mânâlara benzerlik göste-ren âyetlerdir. Yüreklerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve onları yorumlamak için mânâları açık olmayan âyetlere uyarlar. Halbuki onların yorumunu ancak Allah bilir. Bilgide şüpheleri olmayacak kadar kuvvetli olanlarsa derler ki: Biz inandık ona, hepsi de Rabbimizdendir; bunu aklı tam olanlardan başkaları düşünmez." (Âl-i İmran, 7).
[27] - "Ey inananlar, sakının fazla şüphe etmekten. Şüphe yok ki bâzı zan ve şüpheler suçtur ve ayıplarınızı, gizli işleri arayıp gözetmeyin ve bir kısmınız, bir kısmını-zın gıyâbında kötülüğünü de söylemesin..." (Hucurât, 12).
[28] - "Alış veriş, ancak iki tarafın rızasıyla olur." (Hadis, Câmi, 1, 85) "Tâcirler yok mu, onlardır kötülük edenlerin, kötü kişilerin ta kendileri." (Künûz'ül-Hakaık, 2, s.32) "Ne kötü kuldur muhtekir kul; Tanrı ucuzluk, bolluk verdi mi mahzûn olur, kıtlık oldu mu sevinir, ferahlar. " (Câmi, 1, s.106) "Malı mülkü getiren rızıklanır; saklayan lânete uğrar." (aynı, 121) "Kim bir yenecek şeyi pahalansın da öyle satayım diye ümmetimden kırk gün saklasa, sonradan onu sadaka olarak verse bile kabûl edilmez." (2, s. 142) "Halkın muhtâç olduğu şeyleri çarşımıza, pazarımıza getiren, Tanrı yolunda savaşan ere benzer, pahalılaşsın diye saklayansa Tanrı Kitabını aykırı anlamda anlayan gibidir." (1, s.121) "Kim bir malı saklar, pahalılaşsın da Müslümanlara öyle satayım niyetine kapılırsa yanlış yolda sapmış olur; Allah'ın ve elçisinin amânından, emniyetinden uzaklaşmıştır." (2, s.142).
[29] - "Verilen şeyler, kendilerini tamamıyla Allah yoluna vermiş olup yeryüzünde dolaşmayın (dilenmeyen) yoksullara aittir. Bilmeyen kişi, onların istiğnâlarını görüp zengin sanır; halbuki sen yüzlerinden tanırsın onları. Yüzsuyu dökerek halktan bir şey istemez onlar. Hayır için ne harcarsanız şüphe yok ki Allah onu bilir." (Bakara, 273).
[30] - "Güzel söz ve suç bağışlama, ardında minnet olan sadakadan hayırlıdır. Allah müstağnidir; cezâ vermede acele etmez. Ey inananlar, malını insanlara gösteriş için harcayan ve Allah'a, âhiret gününe inanmayan kişi gibi sadakalarınızı, ihsanınızı, başa kakmakla minnet ve eziyetle hiç verilmemiş bir hâle getirmeyin. O çeşit adam, sanki şiddetli bir yağmur altında kalıp üstündeki toprağın kayarak sıvaşmasıyla kaypak bir hâle gelen kayadır. O çeşit adamlar, kazançlarından hiçbir sevap elde edemezler ve Allah, inanmayan kavmi doğru yola sevk etmez. Malını, Allah rızasını kazanmak için özlerin-dekini yerli bir hâle getirip kendilerine mal etmek için verenlerse bir tepedeki bahçeye benzerler; bol bol yağan yağmur, o bahçenin meyvelerini iki misline çıkarır, hattâ bu çeşit yağmur yağmasa bile mutlaka bir çisentiye kavuşur orası ve Allah, bütün yaptıklarınızı görür." (Bakara, 263, 265).
[31] - "Bir gün adaletle muâmelede bulunmak, altmış (nâfile) ibâdetten üstündür." Hadis, Künûz'ül-Hakaaık, 2, s.113).
[32] - "Toplumun en zayıfının namazı gibi namaz kıldır; okuduğu ezana karşılık para alan kişiyi müezzin yapma..." (Câmi, 2, s. 37).
[33] - "Hiç şüphe yok ki kıyâmet günü insanların ulu Allah'a en sevgilisi ve yer bakımından (mânen) ona yakını adaletle idâre eden imamdır. Ulu Tanrı tarafından en ziyâde buğzedileni ve ona en uzak bulunanı da hükmü altındakilere cevreden, zulmeden imamdır." (Câmi, 1, s.72).
[34] - "Barış daha hayırlıdır..." (6, 128) "Müminler kar-deştir ancak, kardeşlerinizin aralarını uzlaştırın." (aynı, 128) "Düşmanlar sulha yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah'a dayan; şüphe yok ki o her şeyi duyar, bilir." (Enfâl, 61).
[35] - "Ve kim bir mümini kasten öldürürse cezâsı cehenneme atılmaktır, ebedî kalır orda ve Allah ona azâbe-der ve rahmetinden uzaklaştırır onu ve ona pek büyük bir azap hazırlamıştır da." (Nisâ, 93).
[36] - "Ölüm baygınlığı gerçek olarak gelip çattı mı, buydu işte denir senin kaçıp durduğun. Ve üfürülür sûr'a, işte bugündür azap günü ve herkes yanında bir sürüp götüren ve bir tanık olarak gelir. Andolsun ki gafletteydin bundan, derken perdeyi kaldırdık gözünden, artık gözün keskin bugün." (Kaaf, 19-22).
[37] - Bu Ahit-Nâme, pek ileri bir görüşle yazılmıştır. Bir yere hükmetmek üzere tayin edilen kişinin o yerin târihî, coğrafi, iktisâdî durumunu iyiden iyiye bilmesi, anlaması, târihten ibret alması, halkın din kardeşi ve yaratılışta eş ve kardeş iki sınıf olarak görmesi, herkese adaletle, merhametle muâmele etmesi, kimsenin malına, canına göz dikmemesi, halktan gizlenmemesi, kendisini onlardan ayrı, üstün ve büyük görmemesi, yaşayışta, geçimde onlardan ayrılmaması cezâ vermede bile adaletle beraber merhamete riâyet etmesi, savaşa kesin olarak lüzum görülmedikçe başvurmaması, kan dökmekten çekinmesi, her hususta halka örnek olması gerektiğini bildirmektedir. Hz. Emir (a.s) bu Ahit-Nâmele-rinde halkı sınıflara bölmede, her sınıfın öbür sınıfların düzene girmesiyle düzgün bir hâle gelebileceğini anlatmaktadır. Ülkenin huzûru askerle mümkündür; askerin dış saldırıya karşı durması, iç düzeni koruması vergiyle mümkündür. Fakat vergide de halkın, vergi yılının, bölgenin verim ve kabiliyetinin göz önünde tutulması gerektir. Verginin verilmeyecek, yahut halkı zarara sokacak bir hadde çıkarılması halkı yoksul düşürür. Halkı yoksul olan bölgeyse harap olur gider. Ülkenin kalkınması, halkın kalkınmasına bağlıdır, verginin verilebilecek miktarda olması, vergi memurlarının adalete riâyet etmeleri, alış verişte bulunan sanat ve ticaret erbabı olan sınıfa bağlıdır. Yalnız bunların ihtikârda bulunmamalarına, malı değerinden fazla satabilmek için saklamamalarına, satışta fazla kâr gözetmemelerine dikkat etmek, hem devlet ve mal memurlarını, hem esnafı, sanatkârı sıkı bir teftişe tâbi tutmak icâb eder. Ancak bu teftişte de dindar, namuslu, tecrübeden geçmiş, doğru sözlü ve doğru özlü kişiler kullanılmalıdır. Bütün bunlarla beraber gene de vâli her söylenen söze, her verilen habere inanmamalı, bizzat bu sınıfları murâkaba altında tutmalıdır.
Hâsılı bu Ahit-Nâme, halkı idâre etmek, devlet işini düzene sokmak mevkiine gelen, getirilen kişi için zamanında olduğu gibi bugün de, yarın da, gerçekten de geçerli ve çok ileri görüşleri ihtivâ eder.
[38] - Muhammed b. Ebi-Bekr için birinci kısmın son bölümünde 107, hitâbenin notuna bakınız.