(Osman b. Huneyf'e, Cemel savaşından önceki mektupları)

İtâat gölgesine gelirler, sığınırlarsa bu, zâten sevdiğimiz, istediğimiz şey. Ama düşmanlığa, isyâna kalkışırlarsa, sana itâat edenlerle, isyân edenlerin üstüne yürü. Seninle gelmek istemeyenlere aldırış etme. İtâat edenlerle harekete geç, öbürlerini bırak. Çünkü istemeyerek zorla seninle gelenlerin gelmeyişleri, oturup kalışları, gelişlerinden, olmayışları, bulunuşlarından hayırlıdır.
(Medine'den Basra'ya giderlerken Kûfe'lilere mektupları:)
Allah'ın kulu Emir-ül Mü'minin Ali'den, Ansarın alnı olan, Arabın yüce dağı mertebesinde bulunan Kûfelilere:
(Hamd-ü senâ, salât-ü selâmdan) Sonra ben size Osman'a ait olayları öylesine haber vereyim ki duymanızla görmüşe dönün:
Halk onu kınamaya koyuldu; bense Muhacirlerden ona en fazla öğüt veren, en fazla, yaptıklarını anlatıp o işlerden vazgeçmesini söyleyen biriydim. Talha'yla Zübeyr, onu sarp yollara sürüyorlar, yumuşaklıkla gidilmez bellere götürüyorlardı. Âişe'yse ona pek kızmıştı, köpürmüştü. Hâsılı mukaddermiş, toplum, onu öldürdü; bana da, benim zorumla değil, kendi dilekleriyle kendi istekleriyle biat etti.
Bilin ki hicret yurdu (Medine), halkıyla beraber kökün-den yıkıldı. Orası, ateş üstündeki kazan gibi kaynayıp coşmaya koyuldu; fitne değirmeni, milinin çevresinde dönmeye başladı. Artık emirinize koşun, Allah'ın izniyle düşmanınızla savaşın.
(Basra fethinden sonra Kûfelilere)
Allah, kendisine itâat edenlere, nimetine şükürde bulunanlara vereceği sevâbın en güzelini Peygamberinizin Ehlibeytine karşı gösterdiğiniz itâat yüzünden sizlere versin. İtâat ettiniz; çağrıldınız, geldiniz.
(Osman tarafından Azarbeycan vâlisi olan Eş'as b. Kays'e)[10]
Seni, başına buyruk olmak için ben tayin etmiş değilim; yalnız boynunda bir emanet var ve sen, senden üstün olanın buyruğu altındasın; halka dilediğini yapamayacağın gibi tehlikeli bir işe de girişemezsin. Elinde üstün ve ulu Allah malından mal var; şimdi sen, onu bana teslim etmek için benim hazine memurlarımdansın; senin üzerinde kötü hükmedenlerden değilsem, bana teslim edersin onu.
(Kadı Şurayh b. Hâris, kadılığında seksen dînâra bir ev satın almıştı. Emir'ül-Mü'minin (a.s), bunu duyunca, bana seksen dinara bir ev satın aldığına, buna dair bir de senet yazdırdığına, tanıklara tanıklık verdirdiğine dâir haber geldi buyurdular. Şurayh tasdik edince kızgın bir hâlde ona bakıp buyurdular ki:[11]
Yâ Şurayh, yakındır, sana öyle birisi gelip çatar ki ne yazdığın şeye bakar, ne tanıklarından sorar; gözün arkada kalarak seni o evden çıkarır; her şeyden ayırıp kabrine kapar. Dikkat et ey Şurayh, bu evi kendi malından başka bir malla, helâlinden kazandığın paradan başka bir parayla satın almış olmayasın. İş böyleyse, böyle bir şey yaptıysan bil ki dünyâ yurdunda da ziyan ettin gitti, âhiret yurdunda da. O evi alacağın vakit bana gelseydin, sana öyle bir senet yazardım ki, evi almak için ne bir dirhem verirdin, ne de daha fazla bir pul.
Yazacağım senet de şuydu:
Aşağılık kulun, ölümünden sonra çıkarılıp atılan bir ölüden; şu aldanış dünyâsında, geçip gidenlerden, helâk olup bitenlerin alanında satın aldığı yerdir bu. Bu evin dört sınırı var: Birinci sınırı âfetlerin sebeplerine varır dayanır; ikinci sınırı musibetleri, belâları meydana çıkaran şeylere varır; üçüncü sınırı, insanı helâk edecek heveslere, dileklere ulaşır; dördüncü sınırı, insanı azdıran Şeytana kavuşur; bu evin kapısı da bu sınıra açılır. Dileğe kapılıp aldanan, ecelle şu evden kaldırılıp atılandan bu evi, kanâat üstünlüğünden çıkarak, istek ve helâk oluş aşağılığına düşerek satın almıştır.

Bu evde, satın alanın başına gelecekler de, Kisra, Kayser, Tübba ve Hımyer gibi padişahların, zorbaların başlarına gelen şeylerdir: Onların bedenleri çürümüş gitmiştir; canları alınmıştır; mal üstüne mal yığan, onu çoğaltıp duran, yapılar yapıp pekiştiren, yüceltip bezeyen, zahirler toplayan, zannınca evlâdını düşünen, kendisinden sonra kalacakların gamını yiyen kişilerin başlarına gelen, onun da başına gelecektir. Sonunda bunların hepsini de Tanrı'ya bildirmek, soruya çekilmek için getirecekler, sevap ve azap mahalline yığacaklar, hakla batılın arasının ayrılacağı vakit, sâhibini hepsinden bir-bir soruya çekeceklerdir. "İşte orda, batıl iş işleyenler, ziyan edip gideceklerdir." (Mü'min, 78)[12]
[1] - Selman, aslen İranlıdır; doğduğu yer hakkında ihtilâf vardır. Kendisi, kendisini, Ben Âdem evlâdından İslâm oğlu Selmân'ım dive tavsif etmiştir. Soyunun, İsâ alâ nebiyyinâ ve âlihi ve aleyhisselâmın vasilerine ulaştığı rivâyet edilmiştir. Zertüşt dininde olduğu zamanlar dâhil, güneşe secde etmediği, Âhır zaman Peygamberi'nin zuhûr etmek üzere olduğunu duyup onun dinine girmek ve ona ulaşmak için uğraştığı, nihâyet bir olayda esir düşüp Medineli bir yolcuya satıldığı, muayyen bir para karşılığında hürriyetini kazanmak üzere uğraştığı, azad edildikten sonra Hazreti Peygamber'e ulaşıp İslâm'ı kabûl ettiği sahih rivâyetlerdendir. Hz. Resûlul-lah sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem, ona "Ebû-Abdullah" künyesini vermişler, "Selmân'ül-Hayr" lakabını ihsan buyur-muşlardır. Haklarında "Selmân, bizden, Ehlibeyttendir" ve "Selmân, Fars ehlinin İslâm'da en kıdemlisidir", "İman, Süreyyâ yıldızında bile olsa Fars ehlinin elinden kurtulamaz, onlar, oraya bile ulaşırlar" meâlindeki hadis-i şerifler vârid olmuştur (Câmi', 1, s.38, 2, s108.) Hendek savaşında, Hz. Rasûl-i Ekrem (s.a.a), Selmân'ın reyiyle hendek kazdırmıştır. Mezkûr savaşta ve diğer savaşlarda bulunmuştur. Şia-i İmâmiyye'ye göre "Erkân-i Erbaa"dandır. Hz. Resûlullah (s.a.a) "Bana dört kişiyi sevmem emredildi; ilki sensin Yâ Ali, Selmân, Mikdâd ve Ebû-Zerr onlardandır" buyurmuştur. Emir'ül-Mü'minin (a.s), "Yeryüzünde yedi kişi vardır ki halk, onlar yüzünden rızıklanırlar; onların yüzünden yardıma maz-har olurlar; onların yüzünden yağmur yağar, Selmân onlar-dandır" ve "Selmân'ın bildiğini Ebû-Zer bilseydi; Selmân'ı öldürmeye kalkardı" buyurmuşlar, İmâm Muhammed'ül-Bâkır aleyhisselâm da "Selmân'a, Selmân-ı Fârisi demeyin; Selmân-ı Muhammedi deyin; o, biz Ehlibeyttendir" demişler-dir. Bir gün ashab, soy soptan bahsederlerken Selman, ben Abdullâh oğlu Selmân'ım; dalâletteydim; Allah, Muhammed'-le beni hidâyete sevk etti; yoksuldum, Muhammed'le beni zenginleştirdi; kuldum,Allah beni Muhammed'le hür kıldı; soyum-sopum budur benim demişti. 
Sonra bu olayı Hz.Rasû'e (s.a.a) haber verince Rasûl-i Ekrem (s.a.a), Ey Kureyş buyurmuşlardı, insanın soyu-sopu dinidir, erliğidir, aslıdır ve aklıdır; yüce Allah, Biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık, sonra bilişesiniz, tanışasınız diye sizi kabilelere, şubelere ayırdık, gerçekten Allah katında en büyüğünüz, en fazla takvâ sâhibi olanınızdır buyurmuştur; ey Selmân, bunların hiçbiri senden üstün değildir; ancak Allah'tan çekinmekle; sen Allah'tan çekiniyorsan üstün sensin (Âyet-i Kerime, 49. sûrenin, Hucurât, 13. ayeti kerîmesidir) Ömer zamanında Medâyin'e vâli tayin edilen Selman, hicretin otuz dördüncü yılında vefât etmiştir; Medâyin'de Medfundur. RadıyAllahu anhu ve ırdâh (Tenkıyh, 2, s.45-48, İstîâb, 2, s.83, Üsd'ül Gaabe, 3, s. 10, İsâbe, 2, s.150).
[2] - İmran b. Husayn'ül -Huzzâî, ashaptandır; bütün gaz-velerde bulunmuştur. Hicretin elli ikinci yılında vefât etmiştir (Tenkıyh, 2, s.350).
[3] - Beşinci bölümün 83. hutbesinin notuna bakınız.
[4] - Osman b. Huneyf, ansardandır; Ebu-Amr künyesiyle künyelenmiştir; Ebu-Abdullah diyenler de vardır. Emir'ül-Mü'minin'e (a.s) rücû' edenlerdendir. Uhud'da ve diğer gazalarda bulunmuştur. Cemel savaşından önce Emir'ül-Mü'minin tarafından Basra vâliliğine tayin edilmiş, kendisine, Rebeze'den gönderilen emir üzerine savaşa girişmiş, Cemel ashabı, Basra'ya girince Osman b. Huneyf'in saçını, sakalını tıraş ettirmişlerdi. Hz. Emir'e (a.s) ulaştıktan sonra Cemel savaşına iştirâk etmiş, Kûfe vâliliğine tayin edilmişti. Muâviye'nin zamanında vefât etmiştir (Tankıyh, 2, s.245).
Bu cümlelerde, "En kötü yemek, tokların çağrıldığı, açların dâvet edilmediği düğün yemeğidir" hâdisine de işaret vardır (Câmi, 2, s.33)
[5] - Beyit, Abdullah'it-Tâî oğlu Hâtem'indir. Bundan önceki beyit, "yemek yiyeceğim vakit bir sofra daha hazırla da uzak yakın, dost birisi gelsin, beraber yiyelim; benden sonra, beni kınamasınlar" meâlindedir: Bu beyit, "Sen karnı tok olarak yatmadasın; çevrendeyse tabaklanmamış deriye bile hasret çeken ciğerler var; bu ayıp yeter sana" tarzında da rivâyet edilmiştir. Tabaklanmamış deriden maksat, hayvanın derisini yemeye çalışanlar, açlardır; et yüzü görmeyenlerdir. Bundan sonraki beytin meâli de şudur: "Ben, bana gelen konuğun kuluyum, kölesiyim; bende bu huy olmasaydı kulluğa ait hiçbir huyum olmazdı."(Kazvini, 3, s.274-275).
[6] - "Yâ Ali, insanlar ayrı ayrı ağaçlardan, soylardandır; ben ve sen bir ağaçtanız, bir soydanız. Ben ağacım, Fatıma dalı, Ali budakları; Hasan ve Huseyn meyveleridir; Şiamız da yapraklarıdır o ağacın. Ağacın kökü Adn cennetindedir, dalları budakları öbür cennetlere yayılmıştır. Ben ve Ali, bir ağaçtanız; insanlar ayrı-ayrı ağaçlardan." Müstedrek'üs-Sahihayn, Künûz'ül-Hakaaık, Kenz'ül-Ummâl ve Zahâir'ül-Ukbâ'dan naklen Fadâil'ül-Hamse, 1, s. 171-172)
[7] - Bu sözlerle Muâviye'yi kast buyurmaktadırlar.
[8] - "Ve hiçbir şey için, bunu mutlaka yarın yapa-cağım deme; ancak Allah dilerse yaparım de ve bir şeyi unutunca Rabbini an ve de ki: Umarım, Rabbim, beni bundan daha ziyade hayra ve doğruya yakın bir şeye erdirir ve başarı verir bana." (18, Kehf) 23-24)
[9] - Mücâdele, 22.
[10] - Eş'as b. Kays'il-Kindî Ebu-Muhammed için 1. kısmın "Beşinci bölüm"ünün (Tarihi Hutbeler) 86. hutbesinin şerhine bakınız.
[11] - Kadı Şurayh'i, sahâbeden sayanlar vardır. Ömer, onu Kûfe'ye kadı tayin etmiş. Osman zamanında da hizmetine devam etmiştir. Emir'ül-Müminin (a.s) azli cihetine gitmişse de Kûfeliler razı olmamışlardı; o yüzden gene Kûfe kadılığın-da kalmıştı. Altmış, yahut yetmiş beş yıl kadılık etti. Ashab-ı Kirâmdan olup Hucr'il Hayr diye anılan Hucr b. Adiyy'il-Kindi'nin, hâşâ, küfrüne ve tâattan çıktığına dâir fetvâ vermesi dolayısıyla Muhtâr b. Ebu-Ubeydet'is-Sakafi, onu, yalnız Yahudilerle meskûn olan bir köye sürmüş, Haccâc gelince Kûfe'ye getirip gene kadılığa tayin etmiş, fakat ihtiyarlığını bahane ederek ölünceye dek kazâda bulunmamıştır. Hicretin yetmiş ikinci, yahut sekseninci yılında yüz, yahut yüz on yaşında ölmüştür. Seksen yedinci yılında öldüğü de rivâyet edilmiştir (Tenkıyh, 2, s.83).
[12] - Kisrâ, İran şahlarına, Kayser, Roma imparatorlarına denir. Tübba Hımyerli bir hükümdardır; tebaası çok olduğu için bu adla anılmıştır. 44. sûrenin (Duhân) 17. ve 50. sûresinin 14. âyetlerinde, peygamberlerini inkâr ettiklerinden helâk edildikleri beyan buyrulmaktadır.