Yıldızların kutlu, kutsuz oluşuna gelince

Hazret-i Emir'ül-Mü'minîn (a.s), Haricilerle, Nehrevan savaşına giderlerken Eş'as b. Kays-ı Kindî'nin kardeşi Afif b. Kays, Yâ Emir el-Mü'minîn, şimdi gidersen korkarım, üst olamazsın; yıldız bilgisi bunu gösteriyor demişti. Bu adam, yıldız bilgisi bilgini geçinirdi. Hazret-i Emir (a.s) buyurdular ki:
Sen sanır mısın ki bir saat var, o saatte gidene kötülük erişmez ve bir saat da var ki o saatte gidene, korkarsın, zarar erer?
Kim bu sözünü tasdik ederse Kur'ân'ı tekzib eder; zanneder ki dilediği, sevdiği şeye ermek, erişmek için Allah'ın yardımına muhtaç olmaz, kötülüğü gidermek için O'nun yardımına ihtiyaç duymaz. Senin bu sözüne uyanın, Rabbine değil, sana hamd etmesi gerekir. Çünkü sen, zannınca onu, fayda elde edecek yola götürmedesin, zarardan da emin etmedesin.
(Sonra halka dönüp buyurdular ki:)
Ey insanlar, sakının yıldız bilgisi öğrenmekten; ancak karada, denizde, yıldızlarla yol bulacak kadar bir bilgi belleyebilirsiniz. Çünkü yıldız bilgisi, insanı gaybden haber vermeye götürür; müneccim, gaybden haber verene benzer; gaybden haber veren büyücü gibidir; büyücü ise kâfir gibi. Kâfirse cehennemdedir. Yürüyün Allah'ın adıyla (Muhammed Abduh Şerhi, 1, s. 128-129).
Gaybden haber vermek davasında bulunmaya "Kehânet", bu davayı güdene "Kâhin" denir. Hazretin sözlerinde de böyle geçmektedir; remil, cefr vesaire gibi bilgileri bildiklerini iddia edenler de bu hükme girer.
Hz. Peygamber (s.a.a), büyü, üfürükçülük, kuşların uçuşundan hüküm çıkarmak, kâhînlik, yıldız bilgisi, muska takmak gibi batıl inançları tamamıyla men etmiştir. Câmi'us-Sagıyr, 1, s.31, 67, 123, 2. 116, 140, 148, 142, 187; Künûz'ül-Hakaaık, 2, s.87, 120). Hattâ Hz. Ali'ye (a.s), "Yâ Ali, yıldız bilgisi bildiğini iddia eden kişi ile düşüp kalkma" buyurmuştur (Künuz'ül-Hakaaık, 2, s.206).
Bütün bunlara nazaran kutlu, kutsuz yıldız, arza tesîrî bakımındandır; yoksa yıldızlar da Allah'ın mahluklarıdır; kutluları, kutsuzları yoktur.
[20] - Mes'ade b. Sadka, İmâm Muhammed'ül-Bâkır ve Ca'fer'üs-Sâdık'a ulaşmıştır. Emir'ül-Mü'minin'in hutbelerini hâvi bir kitabı vardır (Tenkıyh, c.3, s.212).
[21] - Hz. Rasûl-i Ekrem (s.a.a) "Gerçekten de Allah mahlûkatını yarattı ve beni onların en hayırlı bölüğünden kıldı. Sonra kabilelerden hayırlısını seçti; beni en hayırlı kabileye mensup etti; sonra evleri seçti; beni en hayırlı eve verdi; ben hem en hayırlınızım, hem en hayırlı evdenim" ve "Allah İsmâil evlâdından Kinâne'yi, Kinâne'den Kureyş'i, Kureyş'ten Hâşimoğulları'nı seçti; beni de Hâşimoğulları arasından seçti" buyurmuşlar (Câmi'us-Sagıyr, 1, s.56, 58) ve atalarını saydıktan sonra kendisine ve atalarına câhiliyyet kirleri bulaşmadığını, Âdem'den îtibâren atalarının, nikâhla doğdu-ğunu, soy ve baba bakımından en hayırlı bulunduklarını bildirmişlerdir (aynl, s. 89).
[22] - Dı'bil, Hazret-i Emrî'nin (a.s) ashabından bir zattır. "Gözler apaçık göremez" sözünde, 6. sûrenin (En'âm), "Gözler onu göremez, O, gözleri görür, O'dur lütfu bol ve herşeyden haberdar" meâlindeki 103. âyet-i kerîmesiyle 7. sûredeki (A'raf), Hz. Mûsâ'ya (a.s), "Beni kesin olarak göremezsin sen" meâlini taşıyan 143. âyet-i kerîmesindeki beyana işaret vardır. Bu âyette, Rabbin dağa tecellîsini İbn-i Abbâs, nûrunun tecellisi, Hasen, vahyinin tecellisi olarak tefsîr etmişlerdir. 75. sûrenin, "O gün yüzler parlar; güzelleşir ve Rablerine bakarlar"; meâlindeki 22. ve 23. âyetlerinin tefsîrinde, 23. âyetteki "Nâzıra" sözünü, "Rablerinin, lütfunu, nimetini beklerler lütuf ve ihsanlarına bakarlar" denmiştir; bu tefsir, yukarıdaki iki âyet-i kerîmenin meâline uyar. Görülen şeyin bir mekânda olup görenle arasında, görülebilecek bir mesâfenin bulunması, görüşün bir zaman dahiline girmesi, görülen şeyin cisim, hayyiz sahibi olması, bu takdirde mürekkep olup tahallülüne de imkân tasavvur edilebilmesi düşünülerek Allah-u Teâlâ'nın bu gibi evsaftan münezzeh olduğunu kaail bulunanlar, rü'yeti münteni' kabul etmişlerdir ki Eimme-i Hüdâ (Aleyhimüsselâm)dan gelen haberlerin hepsi, bunda müttefiktir. Allah'ın maiyeti, kurbeti, mekân ve zaman kayıtlarından müberrâ olup ilmiyledir; kelâmı, vahiy sûretiyledir; ilmiyle duyulan, görülen şeyleri semî ve basirdir; nitekim dirliği de zâtidir; bu bakımdan, hayydır, ezelî ve ebedî, yani kadîm ve bâkidir. Kudretiyle irâde eder, irâdesiyle mükevvindir. Hülâsa sıfatları da zâtı gibi idrâk edilemez; O'nu tavsif, teşbîhi icab eder ki bu da batıldır.
[23] - "Hep birden Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın, bölük, bölük olmayın ve anın Allah'ın size verdiği nimeti, anın o zamanı ki düşmandınız birbirinize, kalp-lerinizi uzlaştırdı; nimetiyle kardeş oldunuz. İçinde ateş dolu bir çukurun tam kıyısındaydınız, sizi kurtardı ondan. Allah doğru yolu bulursunuz diye delillerini böyle açıklar size" (3. Âl-i İmran, 103).
Alçalışı, yâni gönül alçaklığını, mânevî yücelik etmiş, yüceliği, yâni soy-boy şerefini alçaltmıştır.
[24] - Sabah olup... tez giden hakkında söylenen ata-sözüdür.
[25] - Allah katında din, ancak İslâm dinidir. Kendilerine kitap verilenler, bunu adamakıllı bildikten sonra aralarındaki azgınlık ve haddini aşma yüzünden ihtilâfa düştüler ve kim Allah'ın âyetlerine inanmazsa bilsin ki Allah pek tez hesap görendir (3, Âl-i İmran, 19). Her doğan çocuk, yaratılış dininde (İslâm dininde) doğar; dili konuşmaya yatıncaya dek de böyledir; sonra anası, babası, onu Yahûdi yapar, Hıristiyan eder, Mecûsî kılar (Hadis, Câmi'us-Sagıyr, 2, s.79).
[26] - "And olsun ki biz, insanı balçık mayasından yarattık, sonra onu sağlam bir karar yurdunda bir katre su kıldık. Sonra o bir katre suyu kan pıhtısı haline getirdik, derken kan pıhtısını bir parça et hâline soktuk, der-ken ette kemikler yarattık, derken kemiklere et giydirdik, sonra da onu başka bir yaratışla meydana getirdik..." (Kur'an-ı Mecid 23, Mü'minûn, 12-14).
[27] - Câmi'us-Sagıyr, 1, s.124, yâni Cennet, insanı dünyadaki zevkten, şehvetten alıkoyan, disiplin altına alan, dileklerini kısan kişiye verilir; Cehennemse dünyada zevkine, şehvetine uyanların yeridir.
[28] - Kur'ân, ilâçtır, dermandır (Ayni, 2, s.74), Kur'ân şefâat edicidir, şefâati kabûl edilendir, ona uyanı gerçekleyicidir; O'nu izleyeni cennete götürür; O'nu ardına atanı cehenneme sevkeder (Aynı, 2, s.74).
[29] - Kur'ân-ı Mecîd, 41, Fussilet, 30.
[30] - "Câmi'us-Sagıyr" deki "Diline sâhip olmayan kul, imânın hakıykatine ulaşamaz" meâlindeki hadise uyar (2, s.74).
[31] - Kur'ân-ı Mecid, 3, 103.
[32] - Hazret-i Emir aleyhisselam'ın rivayet buyurdukları hadis. Bu meâlde birçok hadisler mevcuttur.
[33] - Kur'ân-ı Mecid, 4, 48, 116.
[34] - 4. 123, 6, 54, 9 102.
[35] - Şer'an kısas, düyadaki cezadır; dünyada kısas icra edilmediği takdirde âhiretteki cezanın, dünyada çekilecek cezaya nispetle çetinliği bildirilmektedir.
[36] - "Dinde zor yok. Gerçekten de doğru yolla azgın-lık, apaçık meydana çıkmıştır. Kim putları inkâr edip Allah'a inanırsa, şüphe yok, öyle sağlam bir kulpa yapışmıştır ki hiç kopmaz o ve Allah her şeyi duyar, bilir" (2, Bakara, 256).
[37] - Ben, kıyâmetle şunun gibi yollandım (bu hadisi irâd buyururlarken şehâdet parmaklarıyla orta parmaklarını düz olarak birleştirip göstermişler, kendilerinin son peygamber olup artık peygamber gelmeyeceğini ve kıyâmetin yakınlığını işaret etmişlerdir; Câmi'üs-Sagıyr, 1, s.105). Bu sözlerde 9 sûrenin (Tevbe) 33. ve 48. sûrenin (Feth) 28. âyetlerine de işaret vardır.
[38] - "Allah'tan bir nur ve apaçık, hükümleri belli bir kitap gelmiştir size" (5, Mâide, 15); "Onlar, öyle kişilerdir ki ellerindeki Tevrat'ta ve İncil'de yazılmış olarak bulacakları şerîat sâhibi Ümmî Peygamber'e uyarlar ve O, onlara iyiliği emreder, kötülükten nehyeyler onları ve temiz şey-leri onlara helâl etmededir, pis ve kötü şeyleri harâm etmede. Sırtlarındaki ağır yükleri indirmededir, bağlandık-ları zincirleri kırmada. Artık O'na inananlar, O'nu ululayanlar, O'na yardım edenler ve O'na indirilen nûra uyanlardır kurtulanlar, muratlarına erenler" (7, A'raf, 157); Kur'ân-ı Mecid, 4. sûrenin (Nisâ') ve 64. sûrenin (Tegaabün) 8. âyetlerinde de "Nûr" adıyla anılmakta, 10. sûrenin (Yûnus) 57; âyetinde, Kur'ân'ın gönüllere şifâ olduğu bildirilmekte, 41. sûrenin (Fussilet) 44. âyetinde Kur'ân-ı Mecid, hüdâ ve şifâ diye vasfolunmakta, 17. sûrenin (İsrâ) 82, âyet-i kerimesinde de Kur'ân-ı Kerim'in, inananlara şifâ ve rahmet olduğu beyan buyurulmaktadır.
[39] - 2. Sûrenin 13. âyet-i kerimesinde Muhammed Sallâllahu Aleyhi ve Âlihî ve Sellem'in ümmetinin "orta ümmet" olduğu, inanç bakımından ifrât ve tefrite sapmadığı, tam tenzih ve teşbîhe gitmeyip tevhid inancına sâhip bulunduğu bildirilmektedir.
[40] - 3. sûrenin (Âl-i İmrân) 103. âyet-i kerimesinde, Allah ipine sımsıkı yapışılması, ayrılığa düşülmemesi emir buyrulmaktadır ki Allah ipi Kur'ân-ı Mecid ve Kur'ân ile teşrî edilen, sünnetle tevsik olunan şerîattır. Hutbenin bu son kısmı, bilhassa Kur'ân-ı Mecid'in vasıflarını ihtivâ ediyor.
[41] - Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, Allah için mümini sevindirmek, Allah için müminlerin birbirlerini sevmeleri hakkında bir çok hadisler vardır. "Allah için birbirlerini sevenler, arşın gölgesi altında bulunurlar; Allah'a manen yakın olan her melek, her peygamber onların derecesine gıpta eder; onlar cennete sorusuz girerler; onlara kıyâmette Allah komşuları denir" hadisi bunlardandır. Hattâ İmâm Ca'fer-üs Sâdık Aleyhisselâm'ın imânın, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek olduğunu buyurdukları rivâyet edilmiştir (Hâce Abbas-ı Kummî; Sefînet'ül-Bıhâr ve Medînet'ül-Hikemi ve'l-Âsâr, 1, s.201). "Amellerin efdali, îmandan sonra, insanları sevmektir" hadisi de bu cümledendir (Câmi', 1, s.40)
[42] - "O gün ne mal fayda verir, ne evlât; ancak Allah'a şirkten ve şüpheden arınmış selîm bir gönülle gelen faydalanır" (26, Şuarâ', 88-89)