(Ümeyyeoğulları'nı bildiren bir hutbeleri:)

O'nu, Peygamberlerin yollanmasının arası kesildiği, insanların gaflet uykusuna daldığı, uykularının uzayıp gittiği, hüküm iplerinin yıpranıp koptuğu bir zamanda gönderdi. İnsanlara kendisinden önceki hükümleri gerçekleyen haberle, uyulması gereken ışıkla geldi: Bu da Kur'an'dır. Onu konuşturmaya çalışın. O, söz söylemez görünüşte, fakat ben haber vereyim ondan size:
Bilin ki olacak şeylerin bilgisi, geçmişlere ait sözler, derdinizin devâsı, aranızdaki düzenin müktezâsı ondadır.
(Bu hutbeden:)
Bu sırada kerpiçten yapılmış, yahut kilimden kurulmuş hiçbir ev, hiçbir otağ kalmaz ki oraya, zâlimlerin derdi, gussası girmesin; orada onların kötülüğü, zahmeti olmasın. O gün, zâlimler için ne gökte bir yardımcı kalır, ne yeryüzünde.
İşe ehil olmayanı seçtiniz, o işi, su içilmesi gereken yerden başka bir yere götürdünüz. Pek yakındır Allah'ın, bir lokmaya karşılık bir lokmayla, bir yudum suya karşılık bir yudum suyla zulmedenden öç alması. O zâlimler bana zehir yedirdiler, zehir içirdiler; buna karşılıkta bulunacak ve onlara üst libâsı olarak korkuyu giydirecek, alt libâsı olarak azâba bürüyecek onları. Onlar, suçları yüklenmiş merkepler, günahları taşıyan hayvanlardır. And içerim, gene de and içerim ki Umeyyeoğulları, bu devleti benden sonra balgam gibi ağızlarından atacaklardır; geceler gündüzleri, gündüzler geceleri kovaladıkça da bir daha onu tadamayacaklardır.
* * *
(Muâviye ordusunun, şehirleri aldığı ve Büsr bin Ebi-Ertât'ın gelmesi üzerine, Yemen'de, memurları bulunan Abbasoğlu Ubeydullah'la Nümran oğlu Said'in ülkeyi bırakıp Kufe'ye gelmeleri üzerine minbere çıkıp buyurdular ki:)
Elimde Kufe kaldı ancak; onu sıkıyorum avcumda, onu gevşetiyorum. Ey Kufe, yalnız sen kaldın, sen. Senden de fırtınalar esmekte, kasırgalar kopmakta Allah çirkinleştirsin seni.
(Sonra şâirin şu beytini okudular:)
Baban Hayr'ın ömrü hakkı için ey Amr, ancak
Bana şu kabın dibinde birazcık artık kaldı mutlak.
(Sonra buyurdular ki:)
Haber geldi bana; Büsr Yemen'e gelmiş, Vallahi bu topluluk, sanıyorum ki yakın bir zamanda devletinizi alacak; buna sebep de batıl da toplanmanızdır; haktan ayrılmanızdır; imâmınız hak üzereyken ona isyan etmenizdir; onlarınsa imamları batıla uymuşken itâatte bulunmalarıdır. Onlar emaneti sâhibine veriyorlar; sizse hâinlik ediyorsunuz. Onlar şehirlerinde düzgün hareketlerde bulunuyorlar; sizse bozgunculuk ediyorsunuz. Size bir sağrağı bile emanet etsem, korkuyorum, denge bağlanacak halkasını koparırsınız.
Allah'ım, ben onlardan bezdim; onlar da benden bezdiler. Benim gönlüm onlardan daraldı; onların gönülleri de benden daraldı. Onların yerine, onlardan hayırlısını ver bana; benim yerime de benden daha şerrini musallat et onlara.[73] Allah'ım, gönüllerini, suda tuzun eridiği gibi erit. Andolsun Allah'a ki Ganm oğlu Firâs oğullarından[74] bin atlı olsaydı sizin yerinizde, daha da sevgiliydi bana, daha da sevindirirdi beni.
(Sonra şâirin şu beytini okudular:)
Orda çağırsaydın onları eğer, Gelirdi sana yaz bulutları gibi yer yer.[75]
(Şamlılarla savaştan çekinenlere hitapları:)
Yuf olsun size; yazıklâr olsun size; sizi azarlamaktan usandım artık. Âhirete karşılık dünyâ yaşayışına mı razı oldunuz; yüceliğe karşılık alçalmayı mı hoş buldunuz? Sizi, düşmanınızla savaşa çağırdığım zaman korkudan gözleriniz dönüyor; sanki ölüm gelip çatmış da sizi belâlara uğratmış; gaflete dalıp gitmişsiniz de o gaflet sizi sarhoşluğa atmış. Bana bir söz bile söyleyemiyorsunuz; bir cevap bile veremiyorsunuz. Gönülleriniz perîşan; aklınız gitmiş başınızdan; hiçbir şeyi akıl edemiyorsunuz. Size güvencim yok bu böyle gittikçe, bu karartı devam ettikçe. Dayanağım desteğim değilsiniz ki dayanayım size; kolum kanadım olmuyorsunuz ki sığınayım size. Siz sanki sürüp haydayanları yitmiş develersiniz; bir yandan sürülüp bir yana getirilirler; öbür yandan da dağılıp giderler. Andolsun Allah'a ki siz, savaş ateşini ne de kötü yakıp tutuşturanlarsınız. Onlar size düzen kurmadalar; siz kurmuyorsunuz; onlar yörenizi kaplıyorlar; şehirlerinizi alıyorlar; siz tınmıyorsunuz. Onlar sizden gözlerini yummuyorlar; siz gaflet içindesiniz; onları unutuyorsunuz. Vallahi birbirlerine yardım etmeyenler alt olup giderler. Vallahi sanıyorum ki savaş kızıştı, ölüm yalımlandı mı, bedenden kopan, bir daha da yerine konmayan baş gibi Ebu-Tâlib oğlundan ayrılıp gideceksiniz. Andolsun Allah'a ki düşmanın kaldırışını bekleyen kişiye saldırır düşman, etini kemiğinden sıyırır, kemiğini kırar, ufalar; derisini yüzer gider. O kişinin aczi büyük mü, büyüktür elbet. Gönlündeki azim zayıf mı, zayıftır, yoktur ona bir medet. İstersen böyle ol sen; fakat ben, andolsun Allah'a, düşmanın saldırısından önce ona öyle saldırırım ki, Meşârif'de[76] yapılmış kılıçlarla öylesine vururum ki kellelerdeki küçücük kemikler havaya uçar; kollar, bilekler, ayaklar yerlere düşer; bundan sonra da Allah, dilediğini yapar, işler.
Ey insanlar, benim sizin üzerinizde hakkım var; sizin de benim üzerimde hakkınız var:
Bana vâcip olan hak, size öğüt vermektir; ganimetleri size bölüştürmektir; bilmediğinizi öğretmektir; sizi edebe sokmaktır; böylece nasıl hareket edeceğinizi bilirsiniz; öğrenirsiniz. Size vâcip olan hak da, biate vefâ etmenizdir; ben varken de, yokken de birbirinize öğüt vermenizdir; çağırdığım zaman gelmenizdir; buyurduğum zaman itâat etmenizdir