Bedenin Sihhatli Oluşu

İmam Sadık aleyhi’s-selâm’ın bu sözünün manası, insanın vücudunun ve duyu organlarının mükemmel oluşu, aklın ve ayırt edebilme gücünün sebatı ve dilin de konuşma kabiliyetinin olmasından ibarettir. Allah-u Teâla bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Andolsun ki biz, Adem oğullarını yücelttik; onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, onları, tertemiz şeylerle rızıklardırdık ve onları yarattıklarımızın çoğundan bir üstünlükle üstün kıldık”[28]

Allah-u Teâla bu ayetinde Adem oğullarını, otlayan, yırtıcı ve suda yaşayan hayvanlardan oluşan diğer yaratıklarına, kuşlara ve duyu organlarının idrak ettiği her hareket eden şeye, ayırt etme gücü, akıl ve konuşma kudreti ile üstün kıldığını haber vermiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır:

"Doğrusu biz insanı, en güzel bir biçimde yarattık."[29]

"Ey insan, üstün kerem sahibi olan Rabbine karşı, seni aldatıp-yanıltan nedir? Öylesine Rabb ki seni yarattı, sana düzen içinde bir biçim verdi, seni düzgün bir hale getirdi. Dilediği bir surette de seni tertip etti.”[30]

Bunlara benzer ayetler çoktur.

Öyleyse, Allah'ın insana verdiği ilk nimet, aklın sıhhatidir ve diğer varlıkların çoğundan üstün oluşu da aklın kemali ve açık bir beyan gücüne sahip olması hasebiyledir.

Çünkü yer yüzünde hareket sahibi olan her varlık, duygu ve idrakleriyle ayakta duruyor ve tekamüle erişiyor. Böylece Allah-u Teâla, Adem oğullarını, duyu organlarıyla idrak edilen diğer varlıklarda mevcud olmayan konuşma gücüyle üstün kılmıştır. 

İşte bu konuşma gücünden dolayı Allah-u Teâla Adem oğullarını diğer mahlukata egemen kılmıştır, öyle ki insan emir ve nehyediyor, diğer varlıklar da onun emir ve nehyine tabi oluyorlar.

Nitekim Allah-u Teâla, Kur’ân-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:

"Sizi doğru yola sevketmesine karşılık, Allah'ı büyük bilmeniz için onları (hayvanları) boyun eğdirdi".[31]

"Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan çıkan tap taze balıkları yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs eşyaları çıkarıp giymektesiniz."[32]

"Hayvanları da sizin için yarattı, onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz. Akşamleyin otlaktan getirir, sabahleyin otlağa götürürken de onlarda sizin için bir güzellik vardır (zevk alırsınız onlardan). Ancak zorluklara katlanarak varabileceğiniz şehirlere de yüklerinizi taşırlar." [33]

İşte Allah-u Teâla insana, uyumlu bir yaratılış, konuşma kabiliyeti ve iyiyi kötüden ayırt edebilme yeteneğini ve mükellef kıldığı şeyi yerine getirme gücünü verdikten sonra onu kendine itaat edip emrine uymaya davet ederek şöyle buyurmuştur:

"Öyleyse gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin"[34]

Allah hiç kimseyi gücünün yettiğinden fazla bir şeyle mükellef kılmaz."[35]

"Allah hiç kimseyi verdiği miktardan daha fazla bir şeyle mükellef kılmaz."[36]

Bunlara benzer diğer birçok ayetler de mevcuttur. Demek ki Allah-u Teâla, kulun duyu organlarından birini ondan aldığında, o duyu organına ait olan sorumluluğu da ondan kaldırılır. İşte bunun için buyurmuştur ki:

"Kör olana vebal yoktur, topal olana vebal yoktur..."[37]

Bu sıfatlar bulunan kimselerden, cihat ve bu organlarla yapılabilen bütün vazifeler kaldırılmıştır. Hac ve zekâtı da, mali gücü olan kimseye, ona vermiş olduğu güçten dolayı farz kılmıştır ve fakir kimseye hac ve zekâtı farz kılmamıştır. Bundan dolayı buyurmuş ki:

"Ona (Ka'be'ye) bir yol bulup güç yetirenlerin gidip o evi ziyaret ederek haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır."[38]

Allah-u Teâla zıhâr[39] hakkında da şöyle buyurmuştur:

"Karılarına zıharda bulunanlar, sonra da dediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaları gerekir... Ancak buna imkan bulmayanlar için de birbirleriyle temas etmeden önce, kesintisiz iki ay oruç tutma var; buna da güç yetiremeyenler altmış yoksulu doyursun."[40]

Bunların hepsi, Allah-u Teâlan'nın kulunu, verdiği güçden daha fazla bir şeyle sorumlu tutmadığına delildir. İşte bu, hilkatin (bedenin) sıhhatidir.

Yolun Açık Olması

Yolun açıklığından maksat, Allah'ın emriyle amel etmekten insanı alıkoyacak bir engelin olmamasıdır. Allah-u Teâla Kur’ân'da, çaresiz olan ve bir yol bulamayan (Mekke'den hicret etmeye güçleri olmayan) mağlup düşürülmüş kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Ancak yurtlarından göçmek için bir hile, bir yol bulamayan müstaz'af erkekler, kadınlar ve çocuklar bu hükümden müstesna."[41]

Bunun için Allah-u Teâla, Kur’an-ı Kerim’de bir çaresi olmayan mustaz'aflara (el altında kalmış acizlere) kalpleri imanla güvenli olduğu takdirde hiç bir itirazın olmadığını açıklamıştır.