DIPNOTLAR

[1] - Dördüncü baskının önsözü.

[2] - Âl-i İmran/195.

[3] - Kafi, c.1, s. 54.

[4] - İkinci baskının önsözünden derlenerek özet olarak aktarılmıştır.

[5] - Karaçi, şu anda Pakistan hükümetinin merkezidir. Bombay da Hindistan’ın bir liman şehridir.

[6] - Bu kitabın yayınlandığı tarihte Allah’ın rahmetine kavuştu, rahmetullahi aleyh.

[7] - Kızılbaş Safaviler’e mensub olan bir grup kimselerdi ki Nadirşah’la birlikte Afganistan’ı feth etmeye gittiler. Nadirşah o bölgeden ayrıldığında onlardan bir grubu oraya bıraktı, hakikatte oraya yerleştiler. Onların ırkı böylece sonradan çok meşhur oldu.

Emir Abdurrahman Han ve Habibullah Han’ın hükümeti zamanında şialardan çoğu, gördükleri zulüm ve katliamlar neticesinde Muhterem Kızılbaş ailesi Hindistan’a firar etti ve o bölgede oranın halkı tarafından iyi bir şekilde karşılandılar. Şu anda da Hindistan şehirlerinin her tarafında, özellikle Pencab’da bulunmaktadırlar. Çok imanlı, gayretli ve sıcak kanlı kimselerdir.

[8] - Bir Hüseyniye’nin ismidir.

[9] - Ehl-i Hadis ıstılahında “Hafız” kelimesi için çeşitli manalar söylenmiştir. Mesela “Hafız”, metin ve senet bakımından yüzbin hadise iyice ilmi olan kimseye denir. Yine Hafız, Allah’ın kitabını ve Peygamber’in sünnetini koruyan kimseye denir. İşte bundan dolayı Şia ve Sünni alimlerinden çoğuna Hafız diyorlardı.

[10] - İhtiram için söylenen bir kelime; Türkçe’de bunun karşılığı yoktur. Bu kelime takriben alicenap manasına gelir. Bu tabir, büyük alimler için kullanılır.

[11] - Peygamberimiz’in soyundan gelen kimseler.

[12] - Allah-u Teâla Peygamber’i hakkında şöyle buyuruyor: “Şüphesiz sen büyük bir ahlak üzerindesin.”

[13] - Yine buyuruyor ki: “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et ve olarla en güzel bir biçimde mücadele et.” (Nahl/125)

[14] - Şeyh Saduk, hicri dördüncü asırda Şia’nın büyük alim ve fakihlerindendi. Hadis ilminde çok eleştirici ve rical ilminde ise çok basiretli birisiydi. Kum ve Horasan alimleri arasında onun gibi bilgili ve hadis ezberleyen kimse yoktu.

Üçyüz kitap telif etmiştir. Şia’nın muhteber dört kaynak kitabından olan “ Men la Yahzur’ul- Fakih” kitabı da onlardan biridir. Kameri 381. yılında İran’ın başkenti olan Tahran’ın “Rey” şehrinde vefat etmiştir. Kabiri Tahran ve diğer yerlerden gelenlerin ziyaretgahıdır.

[15] - Enam /84.

[16] - Al-i İmran/ 61.

[17] - Ebu’l Hasan, İmam Musa Kazım (s.a.a)’ın künyesidir.

[18] - Asabe, baba tarafından olan akraba ve yakınlara denir.

[19] - Sünnü kardeşler öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazını farz olarak Şîa’nın aksine ayrı kılıyolar. Ama Şia, Resulullah’ın ve onun pâk Ehl-i Beytine uyarak cem ve tefrikde (ayrı kılmada) muhtardırlar.

[20] - İşte bundan dolayı yatsı namazını, on gece süren münazara müddetince aynı mecliste kılıyorlardı.

[21] - Ehl-i Tesennün’ün eşraf ve çok mülk sahiberinden bir kişi ki çok zeki ve araştırmacıydı.

[22] - Yani hiçbir korku ve yağmur olmaksızın...

[23] - Tercihun bila müreccih, iki yanı musavi olan bir şeyin bir tarafını delilsiz olarak diğerine tercih etmeye denir. Tercihun bila muhassıs da delilsiz olarak külli ve genel olan bir hükmü belli bir duruma veya bir ferde mahsus kılmaya denir.

[24] - Kabrin etrafına bırakılan şebekeli büyük sanduka.

[25] - O zaman Tus’a gidip gelmek için yapılan yolculuk, genellikle Kuveyt, Basra, Ahvaz, Buşehr ve Şiraz yoluyla idi.

[26] - İran’daki İmam zadelerin (İmam evlatlarının) ekseriyeti, o harekette sağa-sola dağılan kimselerdir, diyorlar.

[27] - Şahçırağ ismiyle meşhurdur.

[28] - Mezarın şimdiki bulunduğu mekan.

[29] - İnsanlar padişahlarının dini üzeredirler.

[30] - Açılmak, gam ve gussayı izale etmek.

[31] - Katlağ; eski Türkçe’de büyük anlamına gelir. Geçmiş zamanlarda padişahlar tarafından bazı hakim ve büyüklere “Katlağ” lakabı veriliyordu. Nitekim Çengizliler İran’a galebe ettikten sonra “Oktay” “Katlağ Han” lakabını onlara karşı muhalefet etmeyen Etabek-i a’zam Muzaffaruddin Ebubekir bin Saad-i Zengi’ye verdi.

Binaenaleyh cenab-ı Seyyid Alauddin’in kabirne anıt yapan Katlağhan, Me’mun tarafından Fars valisi olan ve İmam zadelerle savaşan Katlağ Han’dan başkasıdır.

[32] - şialar Kum’daki Hz. Masume’nin ziyaretine gittikleri gibi, Şiraz’daki Resulullah’ın torunu olan İmam zadenin de ziyaretine gitmeleri iyi olur; kesinlikle onları ziyaret etmenin çok sevabı vardır.

[33] - Mahmil: Deve üzerine bağlanan bir taşıma sandığı veya sepet.

[34] - Şimdi Gurgan söylenir.

[35] - Mecliste bulunan bütün kimseler bu acı vakıayı duymakla müteessir oldu; bazıları da ağlayıp ellerinde olmaksızın o lanetlilere lanet ettiler.

[36] - Necef, lugatta suyan ulaşdığı tepeye denir. Necef selin ev ve kabirlere mani olan Kufe’nin arkasındaki su barajının ismidir; Hz. Ali (a.s)’ın kabir o barajın yakınlarındadır.

Nitekim Fiyruzabadi Kamsu’nda Necefi mezkur şekilde mana etmiştir. (Diğer bir nakle göre Necef’in aslı “Ney Cef’dir yani kuru kamış; bu kelime kısaltılarak Necef olmuştur. Müt.)

[37] - Mutahhar masum İmamlar.

[38] - Bütün milletlere ait olan yurt.

[39] - Hz. Hüsseyin (a.s)’ın haremi.

[40] - Yavaş yavaş şehir genişledi, Kacar Saltanatlarının evveli olan “Muhammed Han Kacar”ın saltanat zamanına kadar artık şehrin çevresindeki hendek ve çukurlar şehrin bir cüz’i oldular İmam zadelerin Arabi evlerde tebligat yaptıkları mahalle şimdi de Şiraz’da meşhurdur.

O mahallede meşhur olan camii, İran padişahı “Kerim Han Zend”in kardeşi merhum şeyh “Ali Han Zend”, o asırlarda meşhur alimlerden olan bizim büyük ceddimiz merhum hacı “Seyyid İbrahim Müctehid” için yapmıştır.

[41] - Makul ve menkul; Akle ve nakle dayanan sözlere denir.

[42] - Merhum Bahril’ul- H. 1308’de vefat etti, Kerbela-i Mulla’da Mirza Musa Balkonu’yla Hz. Hüseyin (a.s)’ın başının arka tarafı arasında ceddi merhum ağa seyid Hasan-ı Vaiz-i Şiraz’inin kabirinin kenarında defnedildi.

[43] - Eşref’ul- Vaizin-i Şirazi, 21 şaban h. 1351. yılında, 83 yaşında iken Kirmanşahan’da Allah’ın rahmetine kavuştu, üç gün tatilden sonra merhumun cenazesi Davetçi’nin ittifakıyla birlikte kutsal ziyaretgahlara götürüldü, büyük alim, tüccar, esnaf vs. den oluşan “Kerbela” halkının teşyi töreni ile hazreti Seyyid’üş- Şühedanın (Hz. Hüseyn’nin) müttahar revakında (büyük ceddi seyyid İbrahim Mücab’ın kabri kenarında) defnedildi.

[44] - Merhum Seyyid Ebu’l- Hasan-ı İsfehani 9 Zilhacce H. 1365’de Kazimeyn’de, otuz yıl dünya müslümanlarının riyaset ve liderliğinden sonra 88 yaşında Allah’ın rahmetine kavuştu . Merhum şeyh Mufid (r.a)’den sonra eşi görülmemiş acayip bir teşyi-i cenaze ile Necef’ul- Eşref’e kaldırılıp altın eyvanın karşısında yer alan sahnin kenarındaki hücrede toprağa verilmiştir.

[45] - 17 Zilkade H. 1355’de Kum şehrinde Allah’ın rahmetine kavuştu ve “Medres-i Balaser”de defnedildi (r.a).

[46] - Ahzab/39.

[47] - Sima ve davranış.

[48] - Necm/3.

[49] - “İman edip salih amellerde bulunanlar ise, işte onlar da yaratılmış olanların en hayırlılarıdır. Rableri katında onların ödülleri, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, kendileri de O’ndan razı (hoşnut ve memnun) kalmışlardır.”

[50] - Rivayeti nakledenlerin ismi söylenmeden hadisi bir masumdan nakletmek.

[51] - İbn-i Hallakan “Vefeyat’ul- A’yan”da, Zehebi “Tezkiret’ul- Huffaz”da, Harezmi “Rical-i Müsned-i Ebi Hanife”de ve “Tabakat-i Şafiiyye”de Hafız Ebu Said kendi tarihinde onu övmüş ve güvenilir biri olduğunu söylemiştir. İbn-i Asakir kendi zamanında hadis ehli imamı, ilmi çok, güvenilir ve takvalı bir şahıs ve 550 yılında Ehl-i Sünnet ve’l- cemaat alimleri arasında en bilgin birisi imiş.

[52] - Teberri: Beri olma, yüz çevirme, sevmeme.

[53] - Muvassak: Güvenilir, emin.

[54] - Gulat: İfratçılar, O’nu Allah ve Allah’ın ortağı bilenler.

[55] - Mezkur kitaplar, oturumların son gecesine kadar Davetçi’nin (kendisini kastediyor) yanında kaldı.

[56] - Kad’ıl- Kuzat: Büyük kadı, yargıtay. (Müt.)

[57] - Takıyye; “Bazı can ve mala gelecek zararlardan dolayı din, mezhep ve inancı açığa vurmamak” demektir. (Müt.)

[58] - Hulul: Tenasuh inancına göre; “Ruhun bir bedenden çıktıktan sonra başka bedene girmesi” demektir. (Müt.)

[59] - Varlık aleminin en yüce mertebesinde Allah Teala’nın varlığı olmak üzere canlı ve cansız bütün varlıkların bir vücut olmasına vahdet-u vücud denmektedir. Böyle bir inanca göre bütün varlıklar, güçlü ve güçsüz açısından farklıdırlar. Vücud’un onlara göre iki tarafı vardır; bir tarafı Vacib’ul- Vücud (varlığı gerekli) olan Allah Teala’dır; diğer tarafı ise heyula veya başka bir tabirle en zayıf ve güçsüz olan varlıklardır.

İlahiciler bu konuda ikiye ayrılmışlardır: Bir grup, yaratıcı olan Allah Teala’nın vücudunu, alemin vücudunun dışında zannederler; diğer bir grup ise Allah’ın vücudunu (varlığını) alemin vücudunun bir cüz’i olarak kabul ederler; şu farkla ki, Allah’ın vücudu (varlığı) daha güçlü ve daha şiddetli bir derecededir.

Kayseri ve Sadruddin gibi kimseler de, vahdet-u vücud’un bir takım sakıncaları olduğundan dolayı, vücudun vahdeti (birliği), mevcudun ise kesreti (çokluğu) kanısındalar.

Bu görüşte olanlar diyorlar ki; Vahdet-i vücud çeşitli mertebelere sahip olmasıyla birlikte, Vacib’ul- Vücud’un (Hak Teala’nın) feyz ve tecellileridir; sadece bir vücut (varlık) bütün alemi kapsamıştır; var olan mevcudat (varlıklar), o bir vücudun dalgalarıdır; bu dalgalar da o vücudun kendisidirler. Binaenaleyh dalgalar denizin kendisidirler; ama aynı zamanda deniz de değillerdir. (Müt.)

[60] - Nazil bemenzile-i Hak: Hak Teala’nın mertebesinde olmak. (Müt.)

[61] - İtalya’nın diktatör önderi Mussalini (Benito), kendi temsilcisinin uluslar arası toplantıdan çıkmasını emretti. Çünkü Habeşi zencilerinin katıldığı bir toplantıya onun temsilcisinin katılması onun için bir utanç vesilesi idi. Ama İslam Peygamber’i on dört asır önce Habeşeli zenci olan Bilal’ı bağrına basıp ona; “Ya Bilal! Bize Kur’ân oku, bizi mesrur et.” buyuruyordu. Şimdi aziz okurlar, yolun nereden nereye farklı olduğuna bir baksınlar.

[62] - Nazm: Ölçülü ve kafiyeli söz veya yazı. (Müt.)

[63] - Tabii konuşma tarzındaki söz veya yazı; manzum olmayan söz veya yazı. (Müt)

[64] - Müfevvize: Bu kelime lügat itibarıyla; işleri başkasına bırakmak anlamına gelir. Ama ıstılah olarak; “Allah Teala insanları yaratıp her şeyi onların kendilerine bırakmıştır” diyen kimselere denir. (Müt.)

[65] - Rad/16.

[66] - Ahzap/56.

[67] - Saffat/79,109,120.

[68] - Zübür ve Beyyine’nin ne olduğunu müeellif kendisi ileride açıklıyor.

[69] - Ebced hesabı: İlk olarak şunu açıklayalım ki; “Ebced” Arap elifbasını meydana getiren harflerin akılda tutulmasını kolaylaştırmak için düşünülen sekiz kelimeden ilkidir. Diğerleri ise şunlardır: “Hevvez”, “hutti”, “kelemen”, “sa’fes”, “kareşet”, “sehhaz”, “dazıg”. Bu sıralamada birden ona kadar olan her harf bir sayılmaktadır; ondan sonraki olan harflerin her birisi ise on sayılıyor. (Müt.)

[70] - İtidal: Denge, eşitlik.

[71] - Şura/23.

[72] - Şafii’nin maksadı, teşehhüddeki salavattır. Kasten bunu söylemeyen kimsenin namazı kabul olmaz.