Ebu Talib (r.a)’in İmanına Dair Deliller

Şüphesiz Ebu Talib (r.a)’in iman etmiş olduğu hususunda inkar edilemez birçok delil vardır; bu açık delilleri, inatçı ve bağnaz insanlar dışında hiç kimse inkar etmez. Örneğin:

1- Peygamber (s.a.a) parmaklarını birleştirerek şöyle buyurmuştur:

“Ben ve yetime kefalet eden (Ebu Talip), bu iki parmağım gibi cennette birlikte olacağız.”

İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 4, s. 312’de bunu rivayet etmiştir. Elbette Peygamber (s.a.a)’in burada yetimlere kefalet edenden maksadı bütün yetime kefalet edenler değildir. 

Çünkü nice fasık, lâubalî, dinsiz ve ateş ehli kimseler yetime kefalet etmekteler. O halde Peygamber (s.a.a)’in maksadı, Ebu Talib (r.a), ve dedesi Abdulmuttalib’tir.

Çünkü onlar Peygamber (s.a.a)’e kefalet etmiş; özellikle de Mekke’de “Ebu Talib”in yetimi diye biliniyordu. Abdul-muttalib vefat ettikten sonra, yani sekiz yaşından itibaren Resulullah (s.a.a)’in bakıcılık ve kefaletini Ebu Talib üstlenmiştir.

2- Şii ve Sünni fırkasının muhtelif yollarla rivayet etmiş olduğu bir hadise göre de Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Cebrail nazil olarak beni şu kelimelerle müjdeledi: “Şüphesiz ki Allah-u Teala seni inzal eden sulbe, taşıyan karna, süt veren memeye ve sana kefalet eden kucağa ateşi haram kılmıştır.”

Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet’ul- Kurba’da, Şeyh Süleyman Yenabi’ul- Mevedde’de ve Kadı Şevkani Hadis-i Kudsi’de Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

“Cebrail bana nazil olarak şöyle dedi: Allah-u Teala sana selam ediyor ve şöyle diyor: “Ben ateşi, seni inzal eden sulbe, seni taşıyan karna ve seni besleyen kucağa haram kıldım.”

(Sulp sahibinden maksat babası Abdullah, karın sahibinden maksat annesi Amine, kucak sahibinden maksat ise Abdulmuttalib ve Ebu Talib’tir.)

Bu tür rivayetler, Peygamber (s.a.a)’in geçim, bakım ve hayat sorumluluklarını üstlenen Abdulmuttalib, Ebu Talib ve Esed kızı Fatıma’nın imanına delalet etmektedir; hakeza babası Abdullah’ın, annesi Amine’nin ve süt annesi Halime’nin imanına da delalet etmektedir.

İbn-i Ebi’l- Hadid’in, Ebu Talib (r.a)’in Methi İle İlgili Şiirleri


3- Delillerden biri de büyük alimlerinizden olan İzzeddin Abdulhamit bin Ebi’l- Hadid’in, Ebu Talib’i methederken söylediği şiirdir. Bu şiir Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 3, s. 318’de ve diğer kitaplarda şöyle kaydedilmiştir:

Ebu Talib ve oğlu olmasaydı,

Dinin bir belirtisi ve kıvamı olmazdı.

Ebu Talib Mekke’de onu buldu ve korudu,

Ali ise Medine’de temiz feza aradı.

Abdumenaf (Ebu Talib) Abdulmuttalib’in emriyle,

Peygamber’e kefalet edip hizmetlerini sürdürdü.

Ali ise o hizmetleri tamamladı.

Ebu Talib öldükten sonra ona öldü deme;

Zira kendi güzel kokusunu (Ali’yi) emanet bıraktı.

Ebu Talib Allah rızası için O’nun dinine yardım etti;

Ali de onu yüceltmek için o hizmetleri sona erdirdi.

Cahillerin cehaleti ve görenlerin körlüğü,

Ebu Talib (r.a)’in makamına zarar vermedi.

Nitekim sabahın nişanelerine zarar veremez,

Gündüzün ışığını karanlık zanneden kimse.
Ebu Talib (r.a)’in Şiirleri Onun İmanını Göstermektedir

4- Bizzat Ebu Talib (r.a)’in Peygamber (s.a.a)’in methinde okuduğu şiirler onun imanına delalet etmektedir. Bu Şiirin bir bölümünü İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 3, s. 316’da nakletmiştir.

Birçok büyük ve değerli alimleriniz, örneğin: Şeyh Ebu’l- Kasım Belhi ve İskafi bu şiirlerin Ebu Talib (r.a.)’in imanına delalet ettiğini kabul etmişlerdir. Gerçekten de bu şiirler arasında Ebu Talib (r.a)’in iman etmiş olduğu açıkça gözükmektedir. Örneğin; Lamiye adlı şiirlerinde şöyle demiştir:

Her kınayıcıdan Beyt’in Rabb’ine sığınırım;

Ve bizi batıl sayanlardan,

Ve gıybetimizi eden her facirden,

Ve dine bir takım şeyleri isnat edenlerden.

Kabe’nin Rabbine and olsun ki yalan söylediniz;

Muhammed’den beri olduğumuzu söylemekle,

Ve O’nun aleyhine kılıç çekip savaşmamızı ilka etmekle.

Canımı feda edinceye kadar O’na yardımda bulunacağız;

Kadın ve çocuklarımızdan bile geçeceğiz.

İnsanlar O’nun yüzü suyu hürmetine yağmur istiyorlar;

Zira O Ben-i Haşim fakirleri ve yetimlerinin sığınağıdır.

Onları her türlü nimetten ihtiyaçsız kılıyor.

Canıma and olsun ki Ahmed’le o kadar sevinçliyim ki,

O’nu sevgili sevgisi gibi seviyorum.

Bütün vücudumla, O’nu savundum.

O sürekli dünya ehlinin cemalidir;

Düşmanların belası, her meclis ve mahfilin ziynetidir.

Kulların Rabbi yardımıyla O’nu desteklemiştir;

Batılın sızamadığı hak dini O zahir kılmıştır.

Hakeza İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 3, s. 312’de ve diğerleri de kendi eserlerinde Ebu Tali’in imanına delalet eden şu ünlü kasidesini rivayet etmektedir:

İnsanların bizden beklentileri şudur ki;

İslâm aleyhine kıyam edelim,

Kılıç çekip Muhammed’i öldürelim,

İslam dinini nesh edelim,

O’nu savunmak yolunda kana boyanmayalım.

Allah’ın evine and olsun ki yalan atıyorlar.

Zemzem ve Hicr-i İsmail cesetlerle dolsa da,

O’ndan asla el çekmeyeceğiz.

İnsanların hidayeti için gelen Peygamber’e karşı savaş zulümdür,

Arş’ın yaratıcısı tarafından getirdiği kitap ise değerlidir.

Hakeza Ebu Talib (r.a)’in (r.a) imanına delalet eden şu şiiri de İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 3, s. 315’de rivayet etmektedir:

Ey Allah’ın şahitleri şahit olun ki,

Ben Ahmed’in dini üzereyim.

Kim dinden saparsa sapsın,

Şüphesiz ben hidayet üzereyim.

Allah aşkına beyler biraz insaflı olun. “Açıkça ben Muhammed’in dini üzereyim ve sözünde asla batıl bir şey olmayan hak Peygamber’e yardım edeceğim” diyen birini kafir ilan edebilir miyiz?

Şeyh: Bu şiirler iki açıdan kabul edilemez. Evvela; bu şiirler mütevatir değildir. Ayrıca Ebu Talib (r.a)’in hiçbir yerde İslâm ve iman ehli olduğu, kelime-i şehadet getirdiği görülmemiştir. Dolayısıyla birkaç şiirle Müslüman olduğuna hükmedilemez.

Davetçi: Tevatürle ilgili itirazınız oldukça ilginçtir. Canınızın istediği yerde haber-i vahidi bile hüccet kabul ederek onunla amel ediyorsunuz. Ama arzularınızın aksine olursa, hemen tevatür olmadığını ileri sürüyorsunuz.

Eğer biraz dikkat edecek olursanız, açıkça görürsünüz ki bu şiirin her biri mütevatir olmasa da toplamı mütevatir olarak bir tek şeye delalet etmektedir; o da Ebu Talib (r.a)’in iman etmiş olduğu ve risaleti kabulüdür.

Birçok şeylerin tevatürü de bu şekilde ortaya çıkmıştır. Örneğin Hz. Ali (a.s)’ın saldırıları, cesaretleri ve savaşları hep haber-i vahittir. Ama toplamı manevi bir tevatürü ifade etmektedir, ki bu da Hz. Ali (a.s)’ın cesaretini göstermektedir.

Hakeza Hatem’in cömertliği Nuşirevan’ın adaleti ve benzeri şeyler de bu tür manevi tevatürdendir.

Eğer gerçekten bu kadar tevatüre meraklıysanız, o halde buyurun, “Zahzah” hadisinin tevatürü nerededir ispat ediniz.
Ebu Talib’in, Ölüm Anı “La İlahe İllâllah” Kelimesini Söylemesi

Ama ikinci itirazınızın cevabı apaçık ortadadır. Zira tevhid ve nübüvveti kabul etmek, ahirete iman etmek, sadece kelime-i şahadete bağlı değildir.

Dine yabancı olan birisi, Allah’ın vahdaniyetini, ve Peygamber (s.a.a)’in risaletini vurgulayan şiirler söyleyecek olursa bu da yeterlidir. Ebu Talib; “Ey Allah’ın şahitleri, şahit olun ki ben Muhammed’in dini üzereyim.” diyorsa, bu da kelime-i şahadetin yerine geçmektedir.

Ayrıca ölüm anında şiir dışında nesir olarak da bunu itiraf etmiştir. Nitekim Seyyid Muhammed Resuli Berzenci, Hafız Ebu Naim ve Beyhaki şöyle nakletmişlerdir: “Ölüm anında Ebu Cehil ve Abdullah bin Ebi Ümeyye gibi Kureyş büyükleri Ebu Talib’i ziyaret ettiler. Orada Peygamber (s.a.a), amcası Ebu Talib’e şöyle buyurdu:

“La ilahe illallah de ki, ben Allah-u Teala nezdinde buna şahit olayım.”

Ebu Cehil ve İbn-i Ebi Ümeyye hemen araya girerek; “Ey Ebu Talib! Abdulmuttalib’in dininden geri mi dönüyorsun?” dediler. Onlar sürekli bu sözü tekrarladılar ve Ebu Talib de şöyle dedi: “Bilin ki Ebu Talib, Abdulmuttalib’in dini üzeredir.” Onlar sevinerek dışarı çıktılar,

tam ölmek üzereyken başında duran kardeşi Abbas, Ebu Talib (r.a)’in dudaklarının hareket ettiğini gördü, kulak verdi, onun “La ilahe illâllah” dediğini duydu, Abbas Resulullah (s.a.a)’e dönerek şöyle dedi: “Vallahi kardeşim senin emrettiğin kelimeyi söyledi.” Abbas daha Müslüman olmadığından dolayı kelime-i şahadeti ağzına almaktan sakındı.”

Daha önce de Peygamber (s.a.a)’in bütün ecdadının muvahhid olduğunu ispat etmiştik. Dolayısıyla Ebu Talib (r.a), burada siyaset uygulayarak, “Ben Abdulmuttalib’in dini üzereyim dedi.” Onlar da bunun üzerine sevinerek ayrılmışlardı. Ama mana olarak Ebu Talib (r.a), tevhidi ikrar etmişti. Zira Abdulmuttalib de İbrahim’in dini üzereydi ve muvahhiddi. Ayrıca açıkça “la ilahe illallah” da dedi.

Siz beyler biraz olsun adetlerden dışarı çıkarak Ebu Talib (r.a)’in hayatına bakacak olursanız, siz de onun iman etmiş olduğunu tastık edersiniz.

Eğer Ebu Talib (r.a), kafir ve müşrik olmuş olsaydı, Peygamber (s.a.a) risalete seçildiği gün, amcası Abbas’la birlikte Ebu Talib’e gidip; “Ey amca, Allah-u Teala beni işimi açıklamakla görevlendirdi. Beni Peygamber (s.a.a) seçti, sen bana nasıl yardım edeceksin?” Veya “Bana nasıl davranacaksın?” diye buyurduğunda, 

Kureyş’in büyüğü, itaat edilen biri ve Peygamber (s.a.a)’in kefili olduğu halde yeni bir din getiren Peygamber’e karşı Arapların sahip olduğu bağnazlık kaidesi esasınca hemen aleyhine kıyam eder, tehditte bulunur ve O’nu engellemeye çalışırdı. Eğer O’nun itikat ve peygamberliğini kabul etmemiş olsaydı,

o zaman en azından yardımını ondan esirger, onu kovar, ona yardım sözü vermez, hatta O’nu hapse bile attırabilirdi. Böylece dinini korur ve dindaşlarını da memnun ederdi. Nitekim Azer de yeğeni İbrahim’i böylesine ret etmişti.

Allah-u Teala Kur’an’da haber verdiğine göre Hz. İbrahim peygamberliğe seçilince amcası Azer’in yanına giderek şöyle dedi:

“Babacığım, gerçek şu ki, sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyleyse bana uy ki, seni düzgün bir yola hidayet edeyim... Babası demişti ki: İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çevirmektesin? Eğer (bu tutumuna) son vermeyecek olursan, and olsun seni taşa tutarım; uzun bir süre de benden uzaklaş, git.” ”[4]

Ama Ebu Talib (r.a), kendine yardım isteyen Peygamber (s.a.a)’e şöyle buyurmuştur: “Kalk ey kardeşimin oğlu, şüphesiz ki sen şerafet açısından yücesin, kabile açısından büyük bir makama sahipsin, baba açısından diğerlerinden daha yüksektesin,

Allah-u Teala’ya and olsun, sana eziyet eden herkese karşı, seni keskin kılıçlarla savunacağım. Allah-u Teala’ya and olsun ki Araplar, sahibi karşısında zelil olan hayvan gibi senin karşında zelil olacak ve diz çökecekler.”

Daha sonra İbn-i Ebi’l- Hadid’in Nehc’ul- Belağa Şerhi’nin (Mısır baskısı) c. 3, s. 306’sında ve Sibt bin Cevzi’nin ise Tezkire’nin 5. sayfasında kaydetmiş olduğu şu şiiri Peygamber (s.a.a)’e hitaben okudu:

Allah’a and olsun ki Kureyş sana ulaşamaz,

Toprağa başımı koyana kadar.

Sen korkmadan görevini yap,

Müjdeliyorum, gözler bununla aydınlansın.

Beni davet ettin, iyiliğimi istediğine inanıyorum.

Sen doğrulardansın önceden de emindin.

Öyle bir din sundun ki,

Bütün dinlerden iyi olduğunu biliyorum.

Eğer kınanmadan ve kötülenmeden korkmasaydım,

Benim ne kadar din yolunda cömert olduğumu görürdün.

Velhasıl Ebu Talib (r.a), Peygamber (s.a.a)’i engelleyip, tehdit edip, hapse atıp, reddedip ve katledeceğine, bu çekici cümlelerle teşvik etti. İşini açığa vurmasını istedi, korkmamasını söyledi.

Bütün gözlerin O’nun davetiyle aydınlanmasını arzu etti. Peygamber (s.a.a)’in bu iddiasında doğru sözlü olduğunu, önceden de emin olduğunu ve dininin bütün dinlerden iyi olduğunu itiraf etmiştir.

Elbette ki Ebu Talib (r.a)’in arz ettiğimden ilave diğer birçok şiirlerini, İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 3’de ve diğerleri de bu konuyla ilgili eserlerinde uzun uzadıya nakletmişlerdir. Ama biz meclisin fazla vaktini almamak için bu kadarıyla yetiniyoruz, zannedersem bu kadar da örnek yeterlidir.

Siz beyler lütfen Allah’ı göz önüne alın, insaf üzere hüküm verin; bu söz ve şiirlerin yazarını kafir ve müşrik saymak doğru mudur? O mümin, muvahhid ve Allah’a tapan biri değil miydi? Nitekim kendi büyük ve değerli alimleriniz de bilmeden bu manayı tastık etmişlerdir.

Süleyman Belhi’nin Yenabi’ul- Mevedde kitabının 52. babını mütalaa ediniz. Orada, Cahiz-i Mutezili’nin Ebu Talib (r.a) hakkında şöyle dediğini nakletmiştir: “Kureyş’in şeyhi olan Ebu Talib,

Peygamber (s.a.a)’in koruyucusu, yardımcısı, şiddetli seveni, kefili ve terbiye edicisi idi. O, Resulullah (s.a.a)’in peygamberliğini kabul etmiş ve Peygamber’in menkıbeleri hakkında birçok şiirler söylemiştir.”

Akıl ve insaf sahibi tarafsız her insan, biraz düşündükten sonra Ebu Talib (r.a)’in iman ettiğini mutlaka tastık edecektir. Ama Ümeyye oğulları, Muaviye’nin (yeri cehennem olsun) emri üzere tam 70 yıl muvahhidlerin efendisi Hz. Ali (a.s)’a ve Peygamber (s.a.a)’in iki değerli torunu Hasan ve Hüseyin’e lanet ettiler.

Onların aleyhinde bir sürü hadis uydurdular. Dolayısıyla çok kolay bir şekilde,Hz. Ali (a.s)’ın babasının da kafir olarak dünyadan gittiği ve ateş ehli olduğu hakkında da hadis uyduracaklardır. Her konuda O’nu üzdükleri gibi, bu konuda da O yüce velayet makamını üzeceklerdir.

Nitekim bu hadisi rivayet eden mel’un Muğeyre bin Şu’be Hz. Ali (a.s)’ın baş düşmanı ve Muaviye’nin ise en yakın dostu idi. Yoksa Ebu Talib (r.a)’in iman etmiş olduğu meselesi, her iki fırkadan akıl sahibi kimseler nezdinde güneşten daha aydındır. 

Hariciler, Nasibiler ve onların günümüze kadar gelen taraftarları Ebu Talib (r.a)’in küfrünü iddia etmekte ve habersiz halk da adet üzere buna inanmaktalar.

Her şeyden daha ilginç ve üzüntü verici de şu ki, küfürlerine dair birçok delil olan Ebu Süfyan, Muaviye ve Yezid’i mümin, hatta Peygamber (s.a.a)’in halifesi sayarken, iman etmiş olduğuna dair birçok delil olan Ebu Talib’i kafir ve müşrik sayıyorlar!

Şeyh: Acaba Muaviye’yi kafir saymanız ve sürekli ona lanet okumanız doğru mudur? Sizin, iki büyük halife olan Muaviye ve Yezid’e (r.z) lanet ve tekfir etmenizin delili nedir? Özellikle de Muaviye vahiy katibi ve müminlerin dayısıdır.

Davetçi: İlk önce Muaviye’nin “müminlerin dayısı” olması hangi yolladır, açıklar mısınız?

Şeyh: Açıktır; çünkü Muaviye’nin bacısı Ümmü Habibe Resulullah (s.a.a)’in eşi ve müminlerin annesidir; dolayısıyla Muaviye de müminlerin dayısıdır.

Davetçi: Size göre Ümm’ül- Müminin Aişe’nin makamı mı daha yücedir, yoksa Muaviye’nin kız kardeşi Habibe’nin mi?

Şeyh: Her ikisi de Ümm’ül- Müminindir, Ama Aişe’nin makamı hepsinden daha yücedir.
Muhammed Bin Ebubekir Hz. Ali’nin Takipçilerinden Olduğundan Dolayı Onu Müminlerin Dayısı Saymamışlardır

Davetçi: O halde sizin dediğiniz kaide üzere, Peygamber (s.a.a)’in eşlerinin bütün kardeşleri de müminlerin dayısıdır. O zaman neden Muhammed bin Ebi Bekir’i müminlerin dayısı saymıyorsunuz? 

Halbuki onun babası, Muaviye’den daha yüce ve kız kardeşi de onun kız kardeşinden daha üstündür. Binaenaleyh Muaviye’nin müminlerin dayısı olması gerçek değildir ve onun için bir şeref de sayılmaz.

Eğer Ümm’ül- müminin kardeşi olmak bir şerafet sayılmış olsaydı, Resulullah (s.a.a)’in eşi Safiye’nin babası olan Yahudi Hay bin Ahtab da şerafet sahibi olurdu. 

O halde kesin biliniz ki, Ümm’ül- Müminin veya müminlerin dayısı olmak başlı başına bir şerafet sayılamaz. Burada risalet ailesine muhalefet göz önünde tutulmalıdır. Muaviye (yeri cehennem olsun) Ehl-i Beyt’le savaşa kalkıştı, Hz. Ali (a.s)’a ve Hasan Hüseyin’e lanet etti. İmam Hasan gibi birini, nice sahabileri ve temiz Şii Müslümanları katletti.

Nitekim Ebu’l- Ferec İsfahani Makatil’ut- Talibiyyin’de, İbn-i Abdulbirr İstiab’da, Mes’udi İsbat’ul- Vasiyye’de ve diğerleri de ilgili kitaplarında rivayet etmiş olduğu üzere,

Esma-i Cu’de Muaviye’nin emri ve teşvikiyle İmam Hasan’ı zehirledi. Hatta İbn-i Abdulbirr ve Taberi’nin yazmış olduğuna göre İmam Hasan’ın şahadet haberini duyan Muaviye, tekbir getirerek etrafındakilerle birlikte sevinç çığlıkları attı. Böylesine lanetli bir insan sizin nezdinizde nasıl müminlerin dayısı olabilir?!”

Ama Muhammed bin Ebi Bekir velayet makamının terbiye etmiş olduğu halis Şiilerden biriydi ve Ehl-i Beyt’e hitaben şöyle diyordu:

Ey Fatıma’nın oğulları siz benim sığınağımsınız.

Kıyamette sizinle terazim ağırlaşır.

Size olan dostluğum gerçekleşirse,

Hangi köpeğin havladığına aldırış etmem.

Muhammed, Ebu Bekir’in oğlu ve Ümm’ül- Müminin Aişe’nin kardeşi olmasına rağmen, onu müminlerin dayısı saymamış, lanet bile etmişler; hatta babasının mirasından mahrum bile bırakmışlardır.

Amr bin As ve Muaviye bin Hudeyc Mısır’ı fethedince Muhammed bin Ebubekr’e su bile vermediler ve susuz halde katlettiler. Daha sonra onu ölmüş eşeğin karnına koyarak yaktılar. Muaviye bunu duyunca sevincinden deliye dönmüştü.

Siz bu olayı duyunca; “bu lanetliler müminlerin dayısı ve Ebu Bekir’in oğlu Muhammed’e nasıl oldu da böyle yaptılar ve nasıl oldu da onu böyle içler acısı bir şekilde şehit ettiler” deyip de üzülmüyorsunuz. Ama Muaviye’nin lanetlendiğini duyunca üzülüyorsunuz!

O halde siz de tastık ediyorsunuz ki bunlar Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt ile savaşmıştır. Muhammed de Ehl-i Beyt (a.s)’ın dostu olduğu için onu müminlerin dayısı saymıyor ve böylesine katledilmesine üzülmüyorsunuz.

Ama Muaviye’yi, Ehl-i Beyt (a.s)’ın baş düşmanı olduğu ve O’nlara her yerde lanet etmiş olduğu halde müminlerin dayısı sayıyor ve savunuyorsunuz. İnat ve taassuptan Allah’a sığınırım.