Şah Çırağın Cesedinin Bulunması

Uzun süren teftişten sonra o genç maktulün tanınmasına sebep olan tek şey onun parmağındaki yüzük kaşına yazılmış olan şu yazı oluyor: “El İzzet-u lillah Ahmed bin Musa” o mekanda Haşimi gencinin savaşıp şehit olması çok meşhur olduğundan dolayı o şerif cesedin ihtiramı farz olan İmam zade cenab-ı “Seyyid Emir Ahmed bin Kazım”ın (a.s) cesedi olduğunu anlıyorlar. 

Takriben dört yüz yıl geçtikten sonra o bedenin bozulmaması, görenlerin hidayetine ve bir grup muhaliflerin de basiretleşmelerine sebep oluyor.

“Atabek Muzafferuddin şah” ve vezir-i a’zamın emriyle cesedin bulunduğu yerde güzel bir anıt yapıyorlar; o şerif cesedi büyük bir ihtiramla alim ve büyük şahsiyetlerin huzurunda kazılmış olan kabre gömüyorlar. Halk bu anıta oldukça ihtiram ve saygı gösteriyor. Atabek Muzafferuddin şah H. 658. yılında vefat ediyor.

H. 750’de Şiraz ve Fars saltanatı “İshak bin Mahmud”şahın eline geçiyor. Çok salihe ve hayır sever bir kadın olan şahın annesi “Meleke Taşi Hatun” O hazretin anıtını çok güzel tamir ettiriyor ve çok güzel bir kubbe de o kabrin üzerine diktiriyor. Şiraz şehrinin on sekiz fersahında vaki olan “Meymend” kasabasını da o mübarek mekana vakfediyor, halen o kasaba duruyor; Meymend’in gül suyu dünyada meşhurdur.

Seyyid Alauddin Hüseyin


Cenab-ı “Seyyid Alauddin Hüseyin”, İmam Musa Kazım (a.s)’ın diğer bir oğludur. Değerli kardeşiyle Şiraz’a gelip o şehrin bir köşesine saklanıyor, geceyle gündüzü ibadetle geçiriyor.

O yakınlarda Katlağhan’ın büyük bir bahçesi varmış, bir gün Hazret, o bahçenin bir köşesinde teferrüc[30] ettiğinde onu tanıyorlar; aynı yerde onu şehit edip Kur’ân elinde olduğu bir halde toprağa gömüyorlar.

Bu olayın üzerinden yıllar geçiyor, Katlağhan ölüyor, o bahçe viran oluyor, o şanı yüce Seyyidden Safeviye zamanına kadar bir eser bulunmuyor. Safeviye zamanında bu harabe bahçede bina yaparken bedeni bozulmamış ve kanıyla boyanmış bir maktul, bir elinde Kur’ân, diğer elinde kılıç olduğu bir halde toprak altından çıkıyor; mevcut olan alamet ve karinelerle bu cesedin İma Musa bin Cafer’in şehit oğlu cenab-ı Seyyid Alauddin Hüseyin’in mübarek cesedi olduğunu anlıyorlar; o bahçede onu defnediyorlar ve “Katlağhan”[31] da o kabre bir anıt yapıyor.

Yıllar geçtikten sonra “Mirza Ali Medeni” Medine’den İmam zadelerin ziyaretine[32] geliyor, çok servetli olduğundan dolayı o mübarek kabrin üzerine güzel bir bina yapıyor, çok mülk ve bahçeler alıp o mübarek mekana vakfediyor. Kendisi vefat ettikten sonra (o merhumu da) o mukaddes yerde defnediyorlar. Merhum şah İsmail zamanında o kabir güzel bir şekilde tamir ediliyor; şimdiye dek bütün Fars halkının ziyaretgahı ve onların ilgi gösterdiği (mukaddes) bir yer halindedir.

Bazıları bu saygı değer Seyidin akim ve nesli olmadığını, bazıları da nesli olup fakat sonradan zürriyetinin kesildiğini yazıyorlar. Merhum seyyid Amir Ahmed (Şah çırağ)’ın da erkek evlâdı yoktu, fakat azize ve salihe bir kızı vardı. Nitekim bu mesele “Umdet’ut- Talib fi Ensab-i Âl-i Ebi Talib” kitabında mevcuttur. Bazıları da erkek evlâdının olduğunu yazıyorlar.
İbrahim Mücab

Cenab-ı seyyid Emir Muhammed Abid’e gelince; o da inzivaya çekilip ibadetle meşgul oluyor, böylece tabii ölümle dünyadan göçüyor. Çok değerli evlatları varmış; ilim, zühd, vera ve takva açısından onların hepsinden en üstün olanı, Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) tarafından uyanıkken selamının cevabı iftiharına nail olan ve bundan dolayı da (Mücab) lakabıyla meşhur olan cenab-ı Seyyid İbrahim (Mücab)’dır.

Cenab-ı Seyyid İbrahim Mücab, değerli babasının vefatından sonra mutahhar cedlerinin özellikle mübarek kabri yeni bulunan ve o zamanda büyük bir şöhrete yol açan Hz. Ali (a.s)’ın kabrini ziyaret etmek için o mukaddes ziyaretgahlara doğru hareket ediyor.

Hafız: “Emir’ul- Muminin Hz. Ali’nin (kerremellah vechehu) kabir o zamana kadar ne haldeydi ki yüz elli yıldan sonra keşf oldu?”

Davetçi: Emir’ul- Muminin Hz. Ali’nin şahadeti, Muaviye’nin hilafeti ve Beni Ümmeyye’nin azgınlığı zamanında vaki olduğundan dolayı Hazretin vasiyeti üzerine onun mübarek naşını geceleyin gizli bir şekilde defnettiler; hatta bir alâmet bile kabir üzerine bırakmadılar; O Hazretin ashap ve evlatlarından pek az insanlar defin zamanında hazırdılar.

Ramazan ayının yirmi birinci gününün sabahı, durumun düşmanlara şüpheli olması ve Hazretin kabrinin yerini bilmemeleri için iki mahmil[33] bağlayıp birini Medine’ye diğerini de Mekke-i Muazzama’ya doğru gönderdiler. İşte bundan dolayı Hazretin mübarek kabir yıllarca gizli kaldı, O Hazretin evlatları ve özel ashaplarından başka hiçbir kimse onun kabrinin yerini bilmiyordu.

Hafız: Böyle bir vasiyetin ve saklı kalmaya ısrar etmenin sebebi ne idi?

Davetçi: Büyük bir ihtimalle, dinsiz Beni Ümmeyye korkusundan dolayı idi. Çünkü onlar taği (azgın), yaği (isyancı, düşman, eşkıya) ve özellikle Peygamber Ehl-i Beytine (sallallahu aleyhim ecmain) buğzeden insanlardı; Hazretin mübarek kabrine edepsizlik yapılması ve bu zulmün diğer bütün zulümlerden daha kötü olması mümkündü.

Hafız: “Bu nasıl bir sözdür? Bir Müslüman öldükten sonra düşmanlık bile ortada olsa onun kabrine çirkin bir amel yapmaları mümkün mü?”
Beni Ümeyye’nin Feci Amelleri

Davetçi: Zati aliniz Beni Ümeyye’nin çirkin tarihine bakıp onların utanç verici feci amellerini görmediniz mi? Bu Şecere-i mel’une ve taife-i habise Müslümanların yönetici ve emirlileri oldukları günden beri Müslümanlar arsında zulüm, tecavüz ve bozgunculuk kapısı açılmış oldu. Yapmadıkları zulüm kalmadı, nice kanlar döktüler, nice namusları zedelediler! Hasiyetsiz bu rezil kavim hiç bir şeye bağlı değildi. Nitekim sizin büyük alim ve yazarlarınız da onların çirkin ve kötü amellerini büyük bir mahcubiyetle (kendi kitaplarında) kaydetmişlerdir.