144:Sıffin'den Önce

Vahyi için seçtiği peygamberlerini yolladı; onları, yarat-tıklarına delil kıldı; onlarla halkın, kendisine karşı özürler getirmesi yolunu bağladı; kullarını gerçek bir dille gerçek yola çağırdı.
Bilin ki Allah, gerçekten de halka tekliflerini açıkladı; onun gizlediklerinin bilinmemesi, gönüllerindeki sırların duyulmaması gibi bir yol tutmadı; kulların hangisi en iyi işte bulunacak, bunun, kullarca da bilinmesini irâde etti; böylece de iyiliğe karşı iyi mükâfâtı, kötülüğe karşı da kötü mücâzâtı takdir eyledi.[52]
Nerede o kişiler ki bizden -Ehl-i Beyt'ten- ayrı olarak kendilerini bilgide üstün sayarlar, hem de yalan olarak, bize zulmederek bu zanna kapılırlar? Oysa ki Allah bizim derecemizi yüceltmiştir, onlarıysa alçaltmıştır. Bize ihsan etmiştir, onlaraysa vermemiştir. Bizi haremine almıştır, onlarıysa oradan çıkarmıştır. Hidâyet bizimle istenebilir, körlük bizimle giderilebilir. Bilin ki imamlar Kureyş'tendir; Kureyş'in de Hâşim soyuna verilmiştir imamlık; başkalarıyla düzene girmez.[53]
(Aynı hutbeden:)
Diğerleriyse tez elde edilen dünyâyı seçtiler, sonradan elde edilecek âhireti geriye attılar.[54] Arı-duru suyu bırak-tılar, pis ve bos bulanık suyu içtiler. Sanki onların kötüsünü görmedeyim: Nehyedilen şeye eş olmuş, onunla ülfet etmiş, ona uymuş. Saçı başı onunla ağarmış; huyu huşu onun rengine boyanmış. Ondan sonra da ağzı köpürürken, dalgalarla coşan denizde boğulmaktan ürkerek, yahut da kuru otun ateşe düşüp yanmasından, kavrulmasından pervâ etmeyerek halkın zararına, kötülüğüne yüz tutmuş.
Nerede hidâyet ışıklarıyla aydınlanan akıllar, takvâ alâmetlerini canla başla gören gözler? Nerede Allah'a bağışlanmış olan, Allah'ın tâatine bağlanmış bulunan gönüller?
O yol yitirmişler bu dünyânın malına üşüştüler, birbirleriyle haram elde etmek için dövüştüler. Cennetin, cehennemin alâmetleri gözlerinden kaldırıldı; cennetten yüz çevirdiler, amelleriyle cehenneme yüz tuttular. Rableri çağırdı onları, onlar yüzlerini döndürdüler; şeytan çağırdı onları; icâbet ettiler, ona döndüler.
200:Muâviye hakkında
Andolsun Allah'a ki Muâviye, benden daha akıllı, benden daha dâhî değildir; fakat o gadretmede, kötü işler işlemededir. Gadrin kötülüğü olmasaydı ben de halkın en dâhisî olurdum. Fakat her gadirde bir zulüm vardır, her zulümde bir küfür mevcuttur. Gadredenin bir bayrağı olur ki kıyâmet gününde onunla tanınır, bilinir.[55]
Andolsun Allah'a ki ben gadirden gaflette değilim. Onların zulmünü onlardan yeğ bilirim; fakat göz yumarım, kimse beni, çetin işlerde bile kötülüğe götüremez; direnir, dayanırım.
171:(Sıffin'e giderlerken)
Ey yüceltilmiş göğün, yayılmış, dürülmüş yeryüzünün Rabbi olan Allah'ım, yeri, geceyle gündüzün gelip konduğu, göğü, güneşle ayın akıp gittiği, dönüp giden yıldızların gelip geçtiği yer yaptın, boyuna sana, kulluk eden meleklerini konakladın. Ey yeryüzünün Rabbi, yeri, uçan, otlayan, görünen, görünmeyen nice canlıların konağı, karar yeri kıldın; ey yeryüzünü destekleyen, halka dayanak olan dağları yaratan Rabbim bizi düşmana üst edersen cevretmekten, cefâda bulunmaktan koru, hak üzere dayandır bizi. Onları bize üst edersen şehâdet nasip et bize, fitneden sakla, bekle bizi.
Çetin işler gelip çatınca eşini dostunu koruyanlar, koruyuculardan sayılanlar nerede? Karşı durmamak bir ayıptı, ardınıza attınız; şehâdet ve cennetse önünüzde, ona yönel-diniz.
206:(Savaşırlarken ashabından bâzılarının Şamlılara sövdüklerini duyunca buyurdular ki:)
Sizin sövücü kişiler olmanızdan hoşlanmam, bu iş kötü gelir bana. Onların yaptıklarını söylediniz, hallerini andınız mı en doğru olarak söyleyeceğiniz, özür bakımından da geçerli olarak diyeceğiniz söz şu olmalı; onları söveceğiniz yerde deyin ki:
Allah'ım, onların da canlarını koru, bizim de canlarımızı koru. Onlarla aramızı uzlaştır; onları sapıklıklarından kurtar, hidâyete ulaştır; böylece de bilmeyen, hakkı tanısın, sapıklıkta direnen, ondan vazgeçsin, ayrılsın.
55:(Sıffin'de henüz ashabına savaşa izin vermedikleri sırada buyurdular ki:)
Ama bütün bunlar, ölümden kaçınmak yüzünden mi diyorsunuz? Andolsun Allah'a, ölüme gitmeme, yahut ölümün bana gelip çatmasına aldırış bile etmem ben. Ama Şamlılar hakkında bir şüphe mi var diyorsunuz; gene andolsun Allah'a ki savaşı birgün bile geciktirmem, ancak onların bir bölüğünün bana katılarak doğru yolu bulması, benim ışığımla gözlerinin ışıyıp gerçeği görmeleri içindir. Bu onları sapık bir haldelerken öldürmemden daha yeğdir bence, daha da sevimlidir hattâ; isterlerse tekrar suçlarına dönsünler.
216:(Sıffin'de okudukları hutbe:)
(Allah'a hamd-ü senâ, Rasûlüne ve soyuna salât-ü selâmâdan) Sonra gerçekten de Allah beni, buyruk sâhibi etmekle üzerinizde hakkım olduğunu takdir etmiştir. Fakat benim, sizin üzerinizde hakkım olduğu gibi sizin de benim üstümde hakkınız var. Hak, söylenip övülmede her şeyden kolaydır, fakat insafla amel edilmede en güçtür. Hiç kimsenin bir kimse üstünde hakkı yoktur ki onun da öbürü üstünde bir hakkı olmasın; birinin başkası üzerinde hakkı olsun da o kimse üzerinde başkasının hakkı bulunmasın, herkesten ve her işten müstağnî olan, kullarına karşı sonsuz gücü-kuvvetli olup takdirini adaletle icrâ eden, noksan sıfatlardan münezzeh Allah, kudreti ve adaleti dolayısıyla bundan müstesnâdır; ona karşı hiç kimse hak dâvâsına kalkışamaz. Kullarının ona ibâdet etmesini, ihsanıyla, lütfüyle mükâfatlarını kat kat arttırmayı takdir etmiştir; bu, onun kullara vâcip ettiği hakkıdır.
Sonra, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, bâzı insanlar için bâzısına kendi haklarından bir kısmını vacip etmiş, çeşitli derecelerle de o hakları eşit kılmıştır. Bâzı hakları, öbür haklar karşılığında öyle vâcip etmiştir ki onlar yapılmadıkça öbürleri de yapılamaz. Allah haklarının en büyüğü, buyruk sâhibinin, buyruğu altındakilere, buyruğu altında olanların da buyruk sâhibine terettüp eden haktır. Bu bir farzdır ki Allah herkese farz etmiştir bunu. Halkın düzene girmesine, dinlerin üstün olmasını vesile kılmıştır bunu. Halk, ancak buyruk sâhiplerinin düzgün olmalarıyla düzene girer; buyruk sâhipleri de ancak buyruğa uyanların doğruluğuyla yücelir, kurtuluşa erer. Halk, kendisine emredenin hakkını edâ ederse, halka emreden de emrettiklerine haklarını verirse aralarında gerçek, üstün olur; din yolları düzelir; adalet yerine gelir; yollar-yordamlar halk arasında yürür-gider. Bununla da zaman düzelir, devletin bakası umulur, düşmanların ümitleri ye'se döner.
Ama buyruk altında bulunanlar, buyruk sâhibine itâat etmezlerse, yahut buyruk sâhibi, buyruğu altındakilere zulmederse, o vakit söz çeşit-çeşit olur; birlik, düzenlik bozulur; zulüm alâmetleri belirir; dindeki hükümler değişir; sünnetler yürürlükten kalkar. Artık işler, hevâ ve hevesle görülür; hükümler kalkar, tutulmaz olur; insanlar bozgunluğa düşer; ellerinden attıkları, riâyet etmedikleri pek büyük haktan bile korkmazlar; işledikleri pek büyük batıldan bile çekinmezler. İşte o vakit iyiler alçalırlar, hor-hakir olurlar, kötüler yücelirler, üstün kesilirler; Allah'ın azapları da pek büyük bir tarzda kullara yönelir.
Böyle bir hâlde birbirinize öğüt vermeniz, iyi bir tarzda birbirinize yardım etmeniz gerektir. Birisi, Allah'ın razılığını elde etmeyi ne kadar dilerse dilesin, ne kadar kullukta bulunursa bulunsun, elinden geldiği kadar öğüt vermeye çalışmazsa, kullara vâcip olan bu Allah hakkını yerine getirmezse, halkın arasında doğruluğun hüküm sürmesine yardım etmezse, Allah'ın rızasını elde edemez. Dinde yüce de olsa, üstün de bulunsa herkese Allah haklarının edâsına yardım etmek vâciptir. Halkın gözüne küçük görünen, kendisine önem verilmeyen kişiye de bu hususta yardımda bulunmak, buna çalışmak, büyük sanılana vâcip olduğu gibi vaciptir.
(Bu sırada ashabından biri kalktı, Allah'a hamd-ü senâ ettikten, kullarına nimetlerini andıktan sonra, sen dedi, bizim emirimizsin, biz sana tâbiiz. Allah bizi seninle horluktan kurtardı, belâdan emin etti. Emret, buyruğuna uyalım; ne yolu seçersen o yola varalım. Sözün, gerçeğin ta kendisidir; hükmün tam yerindedir. Hiçbir işte sana karşı durmayı doğru bulmayız; hiç kimsenin bilgisini, senin bilginle ölçmeyiz. Katımızda derecen büyüktür; merteben yücedir. Hazret buyurdular ki:)
Özünde Allah'ın ululuğunu duyan, kalbinde bu ululuk yer eden kişiye, Allah'tan başka her şey küçük görünür; Allah'ın ululuğunu bilip ululanmayan kişiye Allah'ın lütfü da, ihsanı da pek büyük olur. Çünkü Allah'ın nimetlerini büyük gören kişiye Allah, daha da fazla nimetler verir. Buyruk sâhiplerinin iyilerce en aşağı sayılan hâli, övünmeye kalkışmaları, kendilerini beğenmeleri, kibirliliklerini gösteren durumlara düşmeleri, bu çeşit hareketlere kalkmalarıdır.
Beni, övülmeyi seven, isteyen biri sanmanızdan nefret ederim; övülmeyi hiç mi, hiç istemem. Şükürler olsun Allah'a ki böyle bir kişi değilim ben. Hattâ böyle olsam bile gene de Allah'ın ululuğu karşısında vazgeçer giderim bu huydan; çünkü Allah, ululuğa, yüceliğe fazlasıyla lâyıktır. Nice kişiler vardır ki işi bir işe koyuldular mı, övülmeyi isterler; fakat böyle bir kişi değilim ben. Allah'a itâatimden, sizi idarede iyi hareketimden dolayı övmeyin beni. Daha nice huylar var, daha nice gerçek işler var; onları yapmaya mecburum ben. Övgüden hoşlanan kişilere söylenen sözleri söylemeyin bana, aksine, öfkeli kişileri öfkelendirecek sözler söyleyin bana; çekinmeyin benden; o çeşit sözleri gizlemeyin benden. yaltaklanmakla, dille rüşvet vermekle uzaklaşmayın benden. Sanmayın ki doğru bir söz söylerseniz ağır gelir bana; kendisine doğru söz ağır gelen kişi, adaletle hüküm yürütemez. Doğruyu söylemekten, adalete uyup benimle danışmaktan çekinmeyin. Çünkü hatâya da düşebilirim; emin değilim bundan; ancak Allah lütfeder de korursa o başka. Çünkü O, bana benden daha ziyade sâhiptir. Siz de kullarsınız, ben de bir kulum Rabbe; ondan başka da Rab yok; odur sâhibimiz; bizse, bize sâhip değiliz. Bilmiyorduk, O kurtardı bilgisizlikten bizi; körlükten O kurtardı, O açtı gözlerimizi.